Yeni Padişah Huzurunda
YENİ PADİŞAH HUZURUNDA
Veliaht  Vahidüddin Efendiye Almanya seyahatinde refakat eden Mustafa Kemal  Paşa’nın (Karlsbad)da tedavideyken yaveri Cevat Abbas’tan aldığı telgraf  üzerine istanbul’a geldiğini ve bu defa Sultan Vahidüddin ile  karşılaşmak üzere saraydan gün istediğini ve aldığını kaydetmiş ve  oradan cülus merasimine geçerek bu sahneyi ileriye bırakmıştık. Sırası  geldi:
Mustafa Kemal Paşa’nın istanbul’a gelmeden Sultan Reşad’ın  ölüm ve Sultan Vahidüddin’in cülus haberini alınca saraya çektiği bir  tebrik telgrafı vardır ki, onun Vahidüddin üzerindeki bütün görüş ve  kıymet hükmünü belirtir. Aynen:
«Efendimizin tahta cülusları,  bendenizde vatanımızın saadet ve selâmeti nokta-i nazarından fevkalâde  ümitler tevlit etti. Sultan-ı merhumun ziya-ı ebedîsinden müteessir  olmakla beraber, vatanın, milletin, ordunun bâzice (oyuncak) olmaktan  halâs edileceği kanaat-ı tâmmesi, tesir-i vâkn tâdil eylemiştir.  Ubudiyet (kulluk) ve tazmimat-ı çakerânemin (kölece saygımın) Zât-ı  Şahaneye arzını rica ederim.
19 Temmuz 1918
Ordu Kumandanı
Mustafa KEMAL.»
Mustafa Kemal Paşa’nın yeni Padişah huzurundaki tavrını yine kendi ağzından dinleyelim:
«Seyahat  arkadaşım, Veliahd Vahidüddinle bir-kaç ay müfarakattan sonra, yeni  Padişah Vahidüddin’in salonuna Naci Paşa delaletiyle girdim. Bu andaki  tahassüslerimi şöyle izah edebilirim: Tabt’a oturmadan evvel çok şeyleri  çok açık görüştüğümüz ve benim bütün nokta-i nazarlarıma tasdikkâr  mukabelelerde bulunan bu zât, acaba hükümdar olduktan sonra benim aynı  tarzda görüşmekliğime müsaade eder mi ve aynı mukabelelerde bulunur mu?  Bunda mütereddittim- işte Padişah Vahidüddin ile bu tereddüt içinde  karşı karşıya geldik.
Beni çok nazik kabul ettiğini söylemeliyim.  Veliahdliği zamanında olduğundan daha fazla mültefitti. Oturdu, bana da  karşısında yer gösterdi ve aramızdaki tabure üzerinde bulunan  sigaralıktan bir sigara alıp verdi, kendisi de bir sigara aldı ve  yaktığı kibriti bana uzattı. Bu tavırdan çok ümitvar oldum. Evvelâ  kendisini münasip bir lisanla tebrik ettim. Sonra çok mühim bir ânda  Osmanlı taht’ını işgal etmiş olduğunu izah ederken, dedim ki:
—  Seyahatimiz esnasında bütün fikirlerimi çok açık lisanla söylemiştim. Bu  dakikada aynı tarzda görüşmekliğime müsaade buyurulur mu?..
— Hay, hay!… Dedi.
İntizar ediyordum. Uzun mütalâalarım içinde esas nokta şuydu:
—  Derakab Başkumandanlığı bizzat uhdenize alınız, kendinize vekil değil,  bir Erkânı Harbiye Reisi tâyin ediniz! Her şeyden evvel orduya sahip ve  hâkim olmak lâzımdır. Ancak ondan sonra düşünülecek münasip kararlar  tatbik olunabilir!
Vahidüddîn bu teklifim üzerine tıpkı kendini ilk  defa Veliahd iken ikamet ettiği sarayda gördüğüm vakit olduğu gibi,  gözlerini kapadı ve az sonra şu cevabı verdi:
.— Sizin gibi düşünen başka rüesa-yı askeriye var mıdır?
— Vardır! Dedim.
— Düşünelim…
Dedi.
Mükâlememiz kendiliğinden münkati olmuştu.
İzin aldım.
Birkaç gün sonraydı. Naci Paşa, Padişahın beni İzzet Paşa ile beraber kabul etmek hususundaki iradesini tebliğ etti.
İkimiz  Vahidüddin’in huzurundayız. Ben bu daveti, aynı fikir ve mütalâa  üzerine ikimizi birden dinlemek arzusunda bulunmuş olmasıyla tefsir  ediyordum. Konuştuğumuz esnada bu nokta-i nazarımı takibe çalıştımsa da,  mükâlemeyi umumî mevzulardan çıkarmaya muvaffak olamadım. Vahidüddin  çok ih-tiyatkâr tavırlıydı- Nihayet neticesiz bir mülakatla padişahın  yanından ayrıldık.
Günler geçti, tekrar yalnız olarak Padişahla  görüşmek istedim. Beni bu sefer de kabul etti. Ben ilk nokta-i nazarımda  musir görünen bir adam tavriyle, belki de mukaddemesiz aynı vadide  konuşmaya başladım. Vahidüddin seri bir intikal ile bana cevap verdi: —  Paşa, ben her şeyden evvel İstanbul halkını doyurmak mecburiyetindeyim.  İstanbul halkı açtır. Bunu temin etmedikçe, alınacak her tedbir  isabetsiz olur.
Bu cümlenin nihayetinde Zât-ı Şahane gözlerini  Kapadı. Ben tilki tabiatinde her entrikanın her şahidi olduğum yüzlerce  misallerinden biri bulunduğuma büyük teessürle kaani oldum. Düşündüğüm  şu idi: Zâtı Şahane evvelâ İstanbul halkını kazanmak istiyor, kendisinin  teşebbüsat-ı zâtiyesi için kuvvet ve istinat noktasını burada arıyor.  Fakat yine düşündüm ki, şerait-i umumiye ıslah edilmedikçe politikacılık  nokta-i nazarından doğru olsa bile, bu arzunun temini kabil olabilir  miydi?»
Açıkça bellidir ki, Dünya Harbinin Osmanlı İmparatorluğu ve  Türk ordusu bakımlarından çöküş devresinde Mustafa Kemal Paşanın biricik  muradı, Vahidüddin’i doğrudan doğruya ordunun başına geçirmek ve  kendisini de ona Genel Kurmay Başkanı tâyin ettirmektir.
Fakat Sultan  Vahidüddin’in Mustafa Kemal Paşadaki emeli sezmesi, işi şahıs plânının  üstünde ve halk çapında ele alması ve buna rağmen muhatabına nazik  davranmakta devam etmesi üzerine, Paşa, Padişaha itiraz etmeye kadar  gidiyor
İşte kendi lisaniyle Vahidüddin’e mukabelesi: «— Çok doğru  düşünüyorsunuz. Fakat İstanbul halkını doyurmak için alınması lâzım  gelen tedbir ve teşebbüsler, Zât-ı Şahanenizi bütün memleketi kurtarmak  için alınması lâzım gelen mübrem (zorlayıcı) ve müstacel tedbirlere  tevessül etmekten menedemez. Heyet-i umumiyenın selâmetini temin edecek  mesai (çalışmalar) ancak makinenin hey’et-i umumiyesinin işlemesiyle  mümkün olur.»
Bundan sonra Mustafa Kemal Paşa, Sultana  söylediklerinin doğru olduğuna inandığını, ancak böyle hareket edilirse  bir neticeye varmanın mümkün olabileceğini haber veriyor ve sözleri  fazla telâkki edilse bile söylemeğe mecbur olduğu kaydiyle diyor ki:
«—  Yeni Padişahın mebde-i hareketi (iş başlangıcı) kuvvete tesahup etmek  olmalıdır. Devleti, milleti ve bütün menfaatleri müdafaa eden kuvvet,  başkasının elinde bulundukça sizin padişahlığınız dahi lâfzı (sözde  padişahlık) olmaktan kurtulamaz!»
Vahidüddin’i bütün kuvvetleri eline  almaya ve her şeye hâkim olmaya, ondan sonra da Mustafa Kemal Paşayla  elele çalışmaya davet eden bu sözlere padişahın verdiği cevap son derece  kapalı ve bir o kadar da manalıdır.
Mustafa Kemal Paşadan naklederek bildiriyoruz:
«Padişahın verdiği cevaba şu cümle karıştı:
— Ben icabeden şeyleri Talât ve Enver Paşa Hazretleriyle görüştüm!
Bunu  söyleyen zât, daha birkaç ay evvel, Veliahtlığında Talât ve Enver  Paşalardan müteneffir (tiksinici) olduğunu anlatan ve bu adamların  memleketi mahvolmaktan başka bir neticeye isal etmesi (vardırması)  mümkün olmayan hareketlerini tenkid eden Vahidüddin’di. Şimdi Padişah ve  Halife Vahidüddin, bu zevatla görüşmüş, memleketin selâmeti için  icabeden tedbirleri almış bulunuyor… Vahidüddin demek istiyordu ki:
— Siz vazife ve selâhiyetiniz fevkinde benimle lâubalilik mî etmek istiyorsunuz?
Bu  maksadı anladıktan sonra, Vahidüddin’in karşısında benim vicdanî  vazifem hitam bulmuştu. Ayağa kalktım. Müsaade talep ettim. Gözlerini  kapadı ve hiç bir kelime telâffuz etmeksizin elini uzattı.»
Hiç bir  kıymet hükmü koymaksızın aynen Mustafa Kemal Paşanın lisanından  naklettiğimiz bu tablodan sonra sözü yine kendisine verelim:
«Salondan  çıktığım vakit, Naci Paşa gözlerimdeki teessürü okumuş gibi göründü.  Kelime teati etmeden uzaklaştım. Perapalastaki daireme geldim ve  düşünmeğe başladım. Hacı zannettiğimiz zâtın ziri-bagalde (eğerin  altında) haçı çıkmıştı. Artık başka bir şey aramak lâzımdı. Birkaç gün  daha geçti. Vakitsiz kimseyi ürkütmek istemediğimden, Cuma selâmlık  merasiminde, Yıldızın Sultan Hamid yapısı camiinde ben de ordu kumandanı  sıfatiyle ispat-ı vücut etmekteydim. Bir gün namazdan evveldi, bir  salonda Başkumandan Vekili Enver Paşa, îzzet Paşa, Vehip Paşa, Balkan  muharebesini idare etmiş büyük kumandanlarla beraber namaz vaktini  bekliyorduk. Namazdan sonra Naci Paşa, Zât-ı Şahanenin, hususî salonunda  beni görmek istediğini bildirdi.
— Yalnız mıdır?
— Hayır! Yanında iki alman generali var!..
— Rica ederim, onlar çıktıktan sonra Zât-ı Şahane ile ben yalnız görüşeyim.
—  Ben de bu noktayı takdir ettim. Birkaç defa vukubulan iradelerine  münasip cevaplar verdim. Fakat anlıyorum ki, sizi bu generallerin  yanında kabul etmek istemekte musirdir.
— Mümkünse bir daha teşebbüs ediniz.
Naci  Paşa elinden geleni yaptı ve hattâ padişahın kulağına: «Generaller  gittikten sonra kabul etmeniz münasiptir» dahi demiş. O bilâkis onlar  orada iken gelmekliğimi söyleyince, Naci Paşa bunda bir maksad-ı mahsus  olacağına zahip olarak bunu bana anlattı.
Vahidüddin’in yanına  girdim. Ne nazik, ne takdirkâr bir Padişah! Henüz ayakta iken, Alman  generalleri karşısında kısa bir nutuk söyledi. Bu sefer sözleri açıktı:  (Çok takdir ve emniyet ettiğim bir kumandan!) diye ve bu sözleri ile  beni onlara tanıtıyordu-
Oturduk, dedi-ki: (Sîzi Suriye kumandanı  tâyin ettim- Oradaki vaziyetler ehemmiyet kesbetmîş; oraya gitmekliğiniz  lâzımdır. Sizden talebim şudur: O tarafları düşman eline  geçirtmiyeceksiniz!.. Verdiğim vazifeyi muvaffakiyetle ifa edeceğinizden  eminim. Derhal o hattaya (kıt’aya) hareket etmelisiniz!)
Ve Mustafa  Kemal Paşa, Vahidüddin ile Padişahlığının başında ancak bu kadar temas  imkânı bulduktan ve Hünkar üzerindeki nüfuz tecrübesini sadece bu  noktaya kadar yürütebildikten sonra, merkezden uzaklaştırılmış ve bir  nevi harcanma noktasına gönderilmiş olmanın zehabı içinde Suriyeye  gidiyor.
Vatan Haini Değil Büyük Vatan Dostu Vahidüddin adlı eserden alıntıdır.
 
																								 
																																		 
																																		 
																																		 
														 
														 
																																		 
																																		 
																																		 
														