Üstad’ın Türklüğe Hakaret Davasından/1947
ÜSTAD’IN TÜRKLÜĞE HAKARET DAVASI’NDAN/1947
“Yüksek  muhakemenize karşı kuru usul ve basit (prosedür) yoluyla söylenecek son  söz, bu âna kadar riyazî bir ispata kavuşturmuş bulunduğumuz  emniyetiyle, şudur:
– İzahını biraz evvel yaptığımız gibi, en uzak  olduğumuz hedef padişahçılık, kâmil zıddiyle aksini yaptığımız iş de  Türk milletini tahkirdir. Teşhir ve tahkir bakımından fertlerle,  fertlerin şahıs cepheleriyle de hiçbir alışverişimiz yoktur.
Fakat  işi, “hâkimin takdiri” denilen fevkalâde geniş ve şamil hakkaniyet  duygusuna tevdi edince, kaydetmek zorunu duyduğumuz birkaç nokta  kalıyor:
(Büyük Doğu), gerçek, saf ve aslî mânasiyle müslüman; başımıza ne gelmişse İslâmiyeti anlıyamamak, onu en yeni ve en ileri zaman ve mekânlara tatbik edememek yüzünden geldiği hükmüne bağlı; üç asırlık gerileme ve bir asırlık garplılaşma tarihimizin baştanbaşa cehil, taassup, anlayışsızlık, derken sahtelik, taklid, şahsiyetsizlik panayırlariyle doldurulduğuna kâni; hele Meşrutiyetten beri gelen inkılâplardan hiçbirinin eski hastalığa deva getirmediğine, eski yarayı büsbütün azdırdığına emin; millî kurtuluş hareketinin ise Türkü mekân ve madde pilânında kurtardıktan sonra zaman ve ruh plânında tam akamete düşürmüş bir seyir takib ettiğini muterif; bütün çareyi öz kökümüzle Garbın müsbet bilgiler lâboratuvarı arasında kurulacak asliyet ve şahsiyet temellerine dayalı bir köprüde bulan; ve yalnız bir dâvanın tecridini, teşhisini, tahlilini, terkibini, müdafaasını, taarruzunu, ilmini, polemiğini, mürakabesini, mücahedesini yapan, millî, millî üstü millî bir mefkûrenin ismidir. İşte bütün kabahat ve günahımız, yahut biricik fazilet ve sevabımız bundan ibarettir. Bizden yalnız bunun için nefret ederler; ve yalnız bunun içindir ki, gözlerine birtakım vesile mikroskopları takıp, hangi kabahatli uzvumuzu kesmekle kalbimizin durabileceğini ararlar. Çünkü onlarca baş suçlu kalbimizdir; kanun ise bu uzva hiçbir suç biçmemektedir. Topu topu iki yılı dolduran intişar hayatımızda üç kere kapatıldık. Yedi kere mahkemeye verildik. Politikanın doğrudan doğruya hüküm giydirdiği her defa yandık; kanunun mizan teşkil ettiği her defa da beraat ettik.
Muhterem Adalet Mümessilleri!..
Eğer  kanun bir tansiyon âleti gibi, yalnız gördüğünü kaydeden, hatır ve  gönül dinlemeyen, bir çöpçü ile bir hükûmet reisini bir tutan ulvî  terazi ise, bu terazinin üzerinde sıfır noktasını geçecek hiçbir  sıkletimiz yoktur. Yok, eğer kanun, ille bu terazinin ibresi bir sıklet  kaydetsin diye sırtımıza zorla giydirilmek istenen kurşun yüklü  gömleklere müsamaha edici bir politika telkiniyetine müstait bir  nesneyse, sıkletimiz bir sene değil, tam altı sene ağır hapis  istihkakını göstermektedir. Kanunun ne demek olduğunu ise mahkemeniz  gösterecektir.
Alman devlet reisinin tehdidine “Berlin’de hâkimler  vardır!” diye karşılık veren köylünün meşhur cevabını elbette  biliyorsunuz. Eğer bu mahzun memlekette ve bu hazin şartlar içinde, hak  ve hakikat adına çırpı nan, yırtınan, kıvranan birkaç mücadeleci kalem  varsa, onların da tek tesellisi, kanunî mevzuların sıhhat ve adaletle  tartılacağı bakımından “Türkiye’de hâkimler vardır!” kanaatıdır. Yoksa  bütün teşkilatiyle üzerimize yürüyen zînüfuz ve zîşevket politika  saikine karşı, hâmi ve müdafî, sığınak ve kucak diye kimi ve neyi  bulacaktık? O zaman belki her fikir adamına, ya kasidecilikten, yahut  tanzifat ameleliğinden başka bir iş düşmeyecekti. Yalnız sizin  mevcudiyetinizdir ki, muhterem hâkimler, bize, üçbuçuk fikir ve dâva  adamına, hak ve hakikatı belirtmek cesaretini vermekte ve arkamızı  dayıyacak aziz bir siper teşkil etmektedir.
Muhterem hâkimler!
Ben  bu ağzımla katiyyen beraetimi istiyemem! Bir masumun bir mahkemeden  isteyebileceği ve benim istediğim tek nimet bu olsa da, ben bu vaziyette  “beraetimi istiyorum!” demekten hayâ ederim! Ben sizden, Türkiye’de  hâkimler bulunduğunu göstermenizi istiyorum!
Bir Türk fikir adamı,  sizden, Türk kanunlarının bütün hakikatiyle tecellisini istiyor. Bir  fikir adamı ki, (Hristantos veledi Prodromos) ismini taşımadığı için  Türklüğe hakareti muhaldir… Bir fikir adamı ki, Sarayı Hümayuna mensup  kilercibaşı bilmem ne paşanın oğlu da değildir ve hasbîlikten başka  hiçbir vasfı yoktur… Bir fikir adamı ki, yalnız “Allah ve ahlâk”  dediği için hapishaneye atılmıştır. Bir fikir adamı ki, ancak iki taksi  otomobilini doldurabilen ve kendisine yüksek tahsil genci süsünü veren  birkaç taharri memuruna karşılık, hakikatte bütün Türk gençliğiyle Türk  halkının ketum ruhundaki sessiz alkışlar içindedir… Bir fikir adamı  ki, İstanbul’u ziyarete gelen ve ne kendisini tanıyan, ne de kendisinin  tanıdığı bir Prensesten para istediğini ima edecek kadar esfel ve ahmak;  ve o Prensesi kapı kapı dolaştırıp “bu menfur yalana imkân olduğunu  bilseydik İstanbul’a gelmezdik!” dedirtecek kadar denî ve şaşkın bir  propagandayla çevrilmek istenmiştir… Böyle bir fikir adamı, Türk  kanunlarındaki hakkını beklemekte; yalnız şu kadar söyleyebilmektedir:
– GERİLERDE, DERİNLERDE, ENGİNLERDE TEK BİR ÜMİT KIVILCIMINA YER KALABİLMESİ İÇİN, TÜRKİYE’DE HAKİMLER BULUNDUĞUNU GÖSTERİNİZ
(Müdafaalarım, Büyük Doğu Yayınları)
 
																								 
																																		 
																																		 
																																		 
														 
														 
																																		 
																																		 
																																		 
														