Süper Mürşid!
SÜPER MÜRŞİD!
Benim bu entipüften şahsıma, tarihte nadir kimseye nasip olmuş efsanevi bir kıymet ve kuvvet bağlayarak edilen hücumların yalnız iki saiki vardır:
1- Herşeyden evvel naçiz şahsımı aşan mukkaddes davaya, yani islamiyete karşı duydukları nefret…
2- Bu nefrete rağmen, naçiz şahsımdan ödleri patladığı için şu anda elimde bir neşir vasıtası bulunmayışından istifade…
Kalemimden yediği darbeler ta kuyruk sokumuna kadar işlemiş bir gazete, hiçolmazsa biraz eter koklayıp acısını belli etmeyen bir eda takınacağı yerde benim bahsim oldu mu bir trauma tesiriyle çığlık bastığının ve saçlarını yolduğunun farkında olmadan, sözümona bu lakap oyununa girişir ve bana şöyle der:
“- Süper Mürşid!”
Ah, cevabı ne basit, ne basit:  Ayol, siz benim kendi kendime mürşid dediğimi ne vakit duydunuz ki bir  de buna (süper) ilave ediyorsunuz? Estağfirullah efendim, mürşid olmak  kim, ben kimim!..
Mürşid islamiyette fertleri büyük ıstıfaya ve  İlahi marifete götüren Allah’da fani olmuş ve nefsaniyeti kalmamış  muazzam kahramanlık gibidir. İnsanoğlunun yaradılış sırrının tahakkuk  ettirmiş olan bu kamil kimseler yanında ben, mürşid değil mürid bile  olamam.
Benim yaptığım, bu ebediyet suvarilerinin büyük  kervanına topal ayağiyle katılmış bir köpekcik rolüdür. Fakat bu  köpekcik rolü okadar üstün bir makamdır ki, onu çerçevelemeye küfür  yobazlığının beyninde müsamaha yoktur.
Ben büyük marifete ulaşmış ve  ummanlardan geniş ruhları içinde namütenahiliği bulmuş büyüklerin  yolunda ve insanoğlunun en büyüğünün emrinde sadece sokak, meydan, şehir  ve dünya muharebesi yapan bir savaşçıyım.
Yani büyük  marifetin dünya ve cemiyet davalarında mütehassıs, kalemini,  tefekkürünü, tahassüsünü, şiirini, sanatını yalnız ona tahsis etmiş bir  gonk vurucusuyum! Estağfirullah, mürşidlik benim neme? Fakat bilin ki  hakiki mürşidlerin benim gibi köpekcikleriyle sizin kahramanlarınız  arasında, hakiki mürşidle hakiki köpek arasındaki fark vardır!
Herşey  ne kadar sade: Çünkü elimde bir neşir vasıtası yok! Büyükdoğu kapalı  olduğuna ve kimse benim cevabımı neşredemeyeceğine göre vaziyetleri  emin…
İşte, do, re, mi, fa, sol, la, si her perdeden  haykıran, yalama sanatkarı salon köpeklerinin cesaret kaynağı! Bunlar  böylesine merttir; kelimenin Türkçe değil de, Fransızca manasiyle  mert…
Bunlar hep bir arada birkaç yüzbin nüsha satsalar da, benim  elimde karamela kağıdı boyunda bir neşir vasıtası olsa, hemen  kuyruklarını apış aralarına sokarlar, susarlar ve güya beni  görmemezlikten, duymamazlıktan, tanımamazlıktan gelirler. Zaten benim bu  memlekette nasibimdir bu hal…
İş bana geldi mi, ya gök  gürültüsünü pamuk çuvallarına gömüp duyurmayacaklardır; yahut sivrisinek  vızıltısını hoparlöre bağlayıp gök gürültüsü haline getireceklerdir.
Bu kadar cüce arasında, onlara ciğerlerini kusturacak kadar kıskançlık telkin eden bir dev olmak, bana mı kaldı?
Onlar,  deminki vasıflariyle, ötedenberi gelen, ortamalı, pestzinde, malum  klişeleri geveler, aşksız ve ruhsuz kaba softa tiplerinden korkmazlar;  bu insancıkları kolayca bazı vahitlere irca edebilirler. Onlar için  tehlikeli benim, biziz! Zira biziz ki, onların sahte dünyalarını, bizzat  o sahte dünya içinde yetişmiş, çile doldurmuş, nihayet havasızlıktan  patlamış en halis tipler olarak ifşa ve iptal edebiliriz.
Biziz ki  bu mukaddes davayı, tamamiyle kanun yolundan, kırçıl sakallar, kazma  dişler, dar alınlar, vahşi bakışlar ve kapkara cehaletler elinden alıp,  onu, nurani yüzler, inci dişler, geniş alınlar, derin ve tatlı bakışlar  ve ebedi güneşler ikliminde yepyeni bir gençliğe teslim edebilir,  yepyeni bir vecd ve aşk nesline devredebiliriz.
Ya sonra ne olur; ne olur bu adamların halleri, dünyaları, inkılapları, sahte reçeteleri, yalancı ilimleri, kalpazan sanatları, zinaları, içkileri, kumarları, dalavereleri, hırsızlıkları, ticaretleri, istismarları, herşeyleri, herşeyleri?
Bugünün şartları, hususiyle son basının namussuz ve hayasız esası karşısında gerçek Türk’e düşen vazife, kanun dairesinde şahlanıp, yeri göğü titretici bir heybetle şöyle bağırmaktadır:
– Artık, annelerimizin ak bulutlardan daha temiz ve Kur’an kokulu başörtülerine domuz necaseti atarcasına edilen hakaretlere kimden, nereden ve nasıl gelirse gelsin, tahammül etmeyeceğimiz gün gelmiş ve bu hale paryalardan daha zavallı bir tavırla katlandığımız günler geçmiştir.
Yağma yok! Hiçbir sahteliği ve sahtekarlık tertibini yutmuyor, üstün idrakte gerçek ve mübarek Türk Gençliği kumaşının örgüsünü tutturmuş bulunuyor. Ve işte, kanunun müsaadesi nispetinde karşınıza dikiliyoruz! Kanun dairesinde neler yapacağımızı, müdafa hakkımızı, yine kanundan alıp gösterdiğimiz gün, mekanlarınızın camlarını biz değil, korkunuzdan hergün ağzınızdan çıkardığınız nesneler donunuzu doldurmuş olarak imdat istemek için siz kıracaksınız!
 
																								 
																																		 
																																		 
																																		 
														 
														 
																																		 
																																		 
																																		 
														