İspat
İSPAT
Sadece  ölçü, kıvam ve ahenkten ibaret olan İslâm dininin büyüklüğüne bakın ki,  hakkı iltizamda bile inadı çirkin buluyor… İmanın tam olduğu yerde  ispat yoktur.
– İspat et! Diyenlere derim ki:
– Neyle ispat edeyim?.. İspat için kullanacağım her unsur onun mahlûkudur. Halikı mahlûkuna mı tasdik ettireyim?..
Allah  kelâmındaki hikmetlerin en büyüklerinden biri “Her şeyin Allah’ın  veçhinde helakte” olduğunu bildiren âyet… Fakat bunu sözle ve  cümlelerle, sözün ve cümlenin dış sathından anlamak ne mümkün!.. Bu  yakıcı idrak sade Allah’ın nadir kullarına nasiptir. Yalnız bu âyet,  Kur’ân’ın Allah kelâmı ve Resulünün hak olduğunu ispata yeter.
Kâinatta  maddî ve manevî tek hâdise ve fiil tanımıyorum ki, Allah’tan haber  veren büyük telgraf şebekesine bağlı olmasın… Bütün istikametler  Allah’ın, nereye sap-san ona dönmüş olursun…
İnanmayan için korku:
– Ya varsa?.. Şüphesidir.
İnanan için şüpheye yer olsaydı, felâketli korku:
– Ya yoksa?.. Suâli olurdu…
Allah’a  iki ölçü üzerinden gideriz: Ya ortada, vücut âleminde her unsur, onun  bir delilinden başka birşey değildir; yahut o, tek delile ihtiyacı  olmayandır. Ben ikinci inanışa bağlı olanlardanım.
Dünyanın bir öküz  boynuzunda durduğunu zanneden kocakarıyı, tesellisini yerçekimi  kanununda bulan ahmaktan daha az ahmak buluyorum.
Allahsız adamın  fikrine, Allahsız cemiyetin mefkuresine, Allahsız idarenin başarısına ve  Allahsız ordunun silâhına inanmıyorum!..
[Mümin Kafir (Vecdimin Penceresinden), Büyük Doğu Yayınları, 7. baskı / s. 90-91-92]
 
																								 
																																		 
																																		 
																																		 
														 
														 
																																		 
																																		 
																																		 
														