Ben
BEN
Allah ‘ben’ kelimesinin belasını versin! Tevekkeli,cihanın en büyük velîlik derecesini bize dünya gözüyle göstermiş olan Esseyyid Abdülhakîm Efendi Hazretleri,bir eserlerinde şöyle buyurmadılar:
“-Hiçbir velî ‘ben’diyemez;mevzuunu bulamaz ki,bu mefhumu kullanabilsin…”
Dâvamızın,bir cam sathında yayılan su gibi her istikameti yaladığı son günlerde,nereye gittimse bana şunu söylediler;
“-Halkla konuşmalarınızda,isminiz etrafındaki menfi propagandaları ve iftiraları da cevaplandırsanız fena olmaz!”
Ve ben,zavallı ‘ben’,galiba yine içimdeki ‘ben’in ters bir hareketi yüzünden şöyle karşılık verdim;
– Buna tenezzül etmem!
Birkaç yerde tenezzül ettiğim,şahsım ve ona edilen iftiralar hakkında bazı izahlara giriştiğim de oldu.
Evet,ben!..Bu sefil mevzuu ne ben kaldırabiliyorum,ne de düşmanlarım…Bu takdirde ne yapalım;kendimizden bahsedelim mi,etmeyelim mi?
Şu kadar bahsetsek fena olmaz:
1-Yalnız Allah ve Sevgilisinin yolunu müdafaa ettiğimiz için küçüklüğümüz,geriliğimiz ve fenalığımız söyleniyor.Eğer küfür ve dalâlet yolunu müdafaa etseydik,bir zamanlar yolumuz belli değilken yapıldığı gibi,büyüklüğümüz,yeniliğimiz ve faziletimiz söylenecekti.Kötü olmak için (tam aksi) Allah ve Resulüne rücu etmek mi lâzımmış?..
2-Kimsenin bizi tecessüs etmeğe,fenalığımızı aramaya ,mevcut bütün reziletleri bizde farzedip onlardan beraet isbatımızı beklemeğe hakkı yoktur.Kimseyi,şahsî iman ve ahlâkımızla kâim bir âkıbete sürüklemiyoruz.Ne kimseyi,evini barkını satıp parasını bize getirmeye davet ediyoruz,ne de kimseye,eğer Necip Fazıl sonunda imansız ve ahlaksız çıkarsa kendi iman ve ahlâkını kaybedeceği bir vaziyet teklif ediyoruz.Zaten (hâşâ) istesek de bunu yapabilir miyiz?
3-Nihayet,hakikati tam tersinden dillendirmenin marifetiyle hakkımızda edilen isnat ve iftiraları olduğu gibi kabul etsek de,bu dâva bizden,benden,üstelik ve bilhassa bu isnat ve iftiralara inanmak temayülünü gösterenlerden,yani ayrı ayrı herkesin ‘ben’inden münezzehtir.
Öyleyse dâvayı,farkında olarak veya olmayarak, ‘ ben’lerle kaim görmek ne demektir?Bu vaziyet,bellibaşlı bir sistemle Allah ve Resulü’nün yolunu dışarıdan kapamak isteyenlere,bazı Müslümanlık iddiacılarının,içeriden yardım etmesi değil midir?
Anlayalım,Müslümanlar,sade anlayalım!..Ve ‘ben’lerin hesabını,yalnız aramızda görülecek,asla düşmanla müşterek yapılmayacak,bilhassa düşmandan gelen telkine tâbi olmayacak bir mesele telâkki edelim!..
Ben,bendeki ‘ben’i isnat ve iftira ile boyayıp Müslümanlara teşhir eden ve onları böylece Allah ve Resulü’nün mücahede yolundan alıkoymaya çalışanlara kulak vermek istidadında her kimi görsem,ruhum bir sünger gibi gözyaşına batmış olarak,şöyle düşünüyorum;
-Eğer bu yoldan dönmek mümkün olsaydı,bu sizin bana isnat ve iftira ile giydirilen bendeki ‘ben’i görmeniz yüzünden değil;asıl benim,sizdeki düşman niyet ve gayesini anlayamayan ‘siz’i görmem yüzünden olabilirdi.Şükürler olsun ki,dönmek bizim için muhaldir;zira dâvamız,bizden olduğu kadar sizden de münezzehtir.Yalnız küfürdür ki,Allah ve Resulü’nün yolunda olduğumuz için yüzümüze necaset atanların bu sefil halinden münezzeh değil…
Dostlar;biz arkamızda yürütmek veya arkalarından yürümek üzere kimleri istiyoruz biliyor musunuz?Müslüman ismi taşıyanları değil,Müslümanlıktan anlayanları…Böyleleri,üzerimize atılan pislikler nisbetinde faziletimiz olduğunu ve başka hiçbir değerimiz bulunmadığını zaten bilirler ve aynı nisbette dâvaya bağlanırlar.Öbürlerine gelince onlara da bizim,bizim değil dâvamızın ihtiyacı yoktur.
Bu mevzuda küfre kulak vererek bizden şüphe edenler,biraz evvel kaydettiğimiz gibi,Allah ve Resulü’nün kapısını dışarıdan kapatmak isteyenlere,bilmeden içeriden yardım edenlerdir.
(17 Kasım 1950-Büyük Doğu/sayı-35)
(Çerçeve 2, Büyük Doğu Yayınları, 2. Baskı / s. 174-176)