Devlet Sırrı
DEVLET SIRRI
(…)
Cebimde  müsteşarın, her birini toprak altındaki hususî gömüsünden çıkarır gibi  zahmetle verdiği 10 tane binlik, doğru Tevfik İleri’ye koştum.
Bahtiyar oldu, gözleri yaşla doldu ve dua etti:
-Allah muvaffak etsin! Bu defa inşallah devamlı olur.
Otele geldim. Birkaç gün geçti, geçmedi. 6-7 Eylül hadiseleri…
DEVLET SIRRI
Haberi  alır almaz Büyük Doğu’nun bu defa haşmetli bir (transatlantik) planiyle  kızağa konulduğunu işitip beni tebrike gelen arkadaşlara dedim ki:
-Tebrikleriniz  yersiz!.. Şu anda İstanbul’da cereyan eden hadiseler, Büyük Doğu  işinden Adnan Bey’e el çektirecektir! Malatya hadisesinde olduğu gibi bu  defa da yandık!
-Aman, dediler. Nasıl olur, ne alakası bulunabilir Büyük Doğu’nun İstanbul hadiseleriyle?..
-Alakası  şudur ki; Adnan Bey’in bizzat düzenlediği hadise, tabanca kullanmasını  bilmeyen çocuğun silahı elinde patlaması gibi, onu afallatmıştır. O  artık bir müddet, cüret isteyen yeni çıkışlara girişemez. Büyük
Doğu işi de kalır.
Odama çıktım.
Telefonum hafifçe çınladı.
-Nasıl, neşeniz yerinde mi?
Bu Ankara Palas’ın telefoncu kızı… Şiir ve edebiyat meraklısıdır ve ara sıra telefonu açıp benimle birkaç söz etmeyi sever.
Ona:
-Keyfim hiç de yerinde değil, dedim. İstanbul hadiseleri malum… Bozdu neşemizi…
-Durun, dedi kız; telefonu size bir konuşmayı dinletmek için açtım!
Ve telefonu, Ankara Palas’ın mahrem bir odasında, İstanbul’la mahrem bir konuşma yaptığını sanan adamın hattına bağladı.
Dehşet!..  Başvekâlet Müsteşarı Ahmed Salih Korur, İstanbul’da bulunan Dâhiliye  Vekili Namık Gedik’le konuşuyor ve ben sözlerini kelimesi kelimesine  dinleyebiliyorum.
Namık Gedik:
-Eğer otomobilimin kırmızı  plakasını görmeseydiler beni de al aşağı edeceklerdi! Öyle bir halk  köpürüşü ki, ne polis dinliyor, ne jandarma, ne asker!..
Ahmed Salih:
-Buradan yardıma ihtiyacınız var mı? Kuvvet gönderelim mi?
-Şimdilik  lüzumsuz… Elimizdeki kuvvetler yeter. Ben size ânı ânına haber  veririm. Doğrusu, başımıza, bu türlü zapt edilemez bir şey geleceğini  hesap edemezdik…
Namık Gedik’in bön bön “biz yaptık ama yine biz, beceremedik!” dercesine ağzından düşürdüğü baklaya,
Müsteşar, daha büyük bir bakla tanesiyle mukabele etmez mi:
-Hareketi polise murakabe ettirmek, başıboş bırakmamak lazımdı!
Manasına birdenbire girilmeyen bu sözü:
-Hareketi polise yaptırmak lazımdı!.
Demekten farksız…
Telefonda, yakılıp yıkılan azınlık mağazaları tahribatına ve daha nice tecavüzlere dair tafsilat…
Telefoncu kıza münasip bir iki söz söyleyip telefonu kapadım ve hazin hazin düşündüm:
Basit bir telefoncu kızın tavassut eline emanet edilen devlet sırrı, işte o kızın herhangi bir alakasıyla bağlılık göstermek istediği adama kolayca intikal ediveriyor. Bu kız, iki devlet recülü arasındaki konuşmayı bana bağladığı gibi, Sovyet veya İngiliz Sefaretine de bağlayabilir. Kimse de, suçu böylelerinde arayamaz. Suç, devlet sırrı etrafında muhafaza şuuru olmayan devlet recülünde… Ahmed Salih’de…
Ahmed Salih,  Adnan Beyden gördüğü hudutsuz itimada karşılık, mumla aransa  bulunamayacak kadar tedbir ve dirayet fukarası bir adam… Üstelik zeki  ve kültürlü geçinmenin ilk şartı, nasıl muhatabını ahmak ve cahillikle  suçlamaksa, o da teselliyi, başkalarını sır tutmamakla itham etmekte  bulmuştur. Mesela beni hem yüzüme hem de Adnan Beye karşı, boşboğazlıkla  suçlamıştır.
Bir gün gülerek bana bu suçlamadan bahseden Adnan Beye demiştim ki:
-Başkalarını  sır tutmaz diye, size gammazlayan Müsteşar, bu feci zaafın bizzat  müptelasıdır. Bir gün, belki de hataların en büyüğü olarak, benim Ankara  Palas hesabımı Müsteşardan tahsil etmesi emredilen otel müdürü Levi’ye,  müracaatinde demiştir ki: “Biz ona bu kadar para veriyoruz; ne diye  kendisi ödemiyor?” Ve bu patavatsızlığı bana bizzat Yahudi müdür Levi  anlatmıştır! Düşünün devlet sırrı ihtimamını Müsteşar Beyde!.. Çok defa  bana para verirken de, masanın üstü, imzasına arzolunan Mason Locası  evraklarıyla doludur; ve bu kağıtları imzalarken karşısında el-pençe  divan duran Loca katibi huzurunda, bana vereceği parayı önüme atmaktan  çekinmez. Bunları farkında olmadan yapıyorsa her türlü dirayetten mahrum  demektir; yok, eğer mahsus, kasten yapıyorsa, size karşı tavrını ve bu  tavrın gerektirdiği sıfatı kendiniz tayin buyurun!
Demek, kabahat, telefoncu kız yerine Müsteşarda da değil, onu bu makamda tutan Adnan Menderes’te…
Başvekilin asıldığı haberini duyunca onun yüzünden geçen sevinç meltemini, yeri gelince göreceğiz..
(Benim Gözümde Menderes’ten)
 
																								 
																																		 
																																		 
																																		 
														 
														 
																																		 
																																		 
																																		 
														