Üstad Necip Fazıl’ı Trabzon’da ‘Öfke’siyle Görmek
ÜSTAD NECİP FAZIL’I TRABZON’DA ‘ÖFKE’SİYLE GÖRMEK
“Bir gün akşam olur biz de gideriz,
Kalır dudaklarda şarkımız bizim!”
25  Mayıs günü Üstad Necip Fazıl’ın doğumunun 105., ölümünün ise 25.  yıldönümü. Büyük fikir adamlarını takvimin belli aralıklarına  sıkıştırmanın manâsızlığı ve gereksizliği bir yana, onları zoraki  “unutmama” da bize mahsus “kadir bilme”lerden olsa gerek. Vefat  yıldönümünde de olsa, kalp atışlarını, nefesini halâ hissettiğimiz ve  hissedeceğimiz Üstad Necip Fazıl’ı kendisinde önemli izler bırakan  Trabzon’da daha derin hissetmek, hissettirmek zorundayız.
Bu  vesileyle de olsa onu; “her an yaşayan” ve “onunla yaşadığımız ve  yaşayacağımız” bir “yol aydınlatıcısı” bilerek, özellikle Trabzon gibi  “medeniyet şehirleri”nin hatırlaması gereken “büyük kılavuzlar”dan  bilmemiz, görmemiz gerekiyor. Bu anlamda “Şairler bizim medeniyetimizin  yeniden inşasını sağlayacaklardır..” diyen düşünce adamının işaret  ettiği herhalde Üstad Necip Fazıl olsa gerek..
O ki; müthiş bir mes’uliyet hissi altında insan memuriyetinin yakıcı bir şekilde idrakindedir:
“Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim, minicik gövdeme yüklü kaf dağı
Bir zerreciğim ki arşa gebeyim, dev sancılarımın budur kaynağı”.
Büyük  düşünce adamlarının-şairlerin, düşüncelerine-mısralarına zaman zaman  zemin teşkil eden medeniyet şehirleri, onları etkilediği gibi, onlar da o  şehirlere ayrı bir mana katarlar, kendilerinden ‘değer’ler yüklerler.
Üstad bunların en önemlilerindendir..
Trabzon’un  Üstad’ın şiirinde, hikâyelerinde iz bırakmış önemli bir yeri vardır.  İnsan ve yağmur ilişkisinin ifade edilmiş en müthiş formu olan “Bu  yağmur” şiiri, Doğu Karadeniz insanını bir kadının derin hissiyatında  hikâyeleştiren “Deniz” isimli ve “Kop dağındaki dükkân”, vs. gibi  hikâyeleri doğrudan Trabzon’un ve Trabzon insanının onda bıraktığı  izlerin “derin” ifadeleriyle doludur.
Gelelim yazımızın başlığıyla  Üstad’ın Trabzon ilişkisine… Aşina olanların bildiği gibi fikir ve öfke  Üstadda iki ayrılmaz kavramdır. Birini diğerinden ayırdığınızda ortada  artık Üstad yoktur.
Üstadın Anadolu’yu bir fikir ağı olarak dokuduğu  1960’lı yıllarda konferans için geldiği Doğu Karadeniz insanını “iman  öfkesi bakımından gözü karalar yatağı” olarak nitelemesi, bugün üzerinde  durulması ve derinlemesine yorumlanması gereken önemli bir ifadedir.  Çünkü Üstad’da birbirinden ayrılmaz iki temel kavram olan “fikir” ve  “öfke”, doğu Karadeniz insanına yöneltilmiştir.
Doğu Karadeniz insanı, üstadın satırlarında bu iki önemli kavram arasına oturtulmuştur. Üstad’ın bizzat kendisi anlatıyor:
“Trabzon ve Rize… Büyük Doğu hazırlığı içinde… Geceden sabaha, birbirini takip edici dörder saatlik iki konferans…
33  yıl evvel en genç yaşımda banka memuru olarak bulunduğum Trabzon’u yeni  inşalarla zenginleşmiş fakat ana çizgileri bakımından şekil  değiştirmemiş buldum. O zamanlar, işten çıkınca oturmayı itiyad  edindiğim gür ağaçlı Belediye Bahçesi, ortasındaki heykel müstesna,  yerli yerinde… Yine o zamanlar kalmakta olduğum otel de, beyaz  badanasına kadar aynı… Açık penceresinden 33 yıl evvelki odamın  karyolası görünüyor. Trabzon’da geçirdiğim bütün bir yaz mevsimi boyunca  gökten pudra gibi dökülen sinsi bir yağmur, bu yağmur altında çektiğim  çılgınlık buhranları ve yazdığım “Bu Yağmur” şiiri…
Bu yağmur, bu yağmur, bu kıldan ince
Nefesten yumuşak, yağan bu yağmur.
“Konferansı,  Rize’ye geçişim vesilesiyle birkaç saat içinde tertipleyen Trabzon’da  gördüğüm hassasiyet büyük oldu. Fevkalade ateşli ve derin köklü  örneklerine rağmen muhtelif cereyanlara açık ve biraz bulanık sandığım  Trabzon’da, oranın iç ve has madeni olarak öyle som ve berrak bir  halkaya rastladım ki, su yatağında cilalı taş ararken elmas bulmuşçasına  şaşırdım. Trabzon’da, yanaklarımın üzerinden geçen dudaklar yüzümü  yaraladı ve bana oradan beklediğim ve umduğumun çok fazlasını verdi.
“Karadenizin  iman öfkesi bakımından gözü karalar yatağı” diye hitap ettiğim Rize’de  ise tam beklediğimi ve umduğumu buldum. Sabahın dokuzunda ve iş gününün  başlangıcında, binlerce Rizelinin koşup koşup geldiği, öğle vaktinden  ileriye kadar dinlediği ve alakasını en keskin tezahürlerle belirttiği  konferans…
Otomobillerle durgun deniz süresince Trabzon’a doğru  süzülürken düşünüyordum ki, coştuğu zaman hisarlar boyu yükselen  Karadeniz’in dış yüzleri durgun gözükaraları da, coştular mı,  tepelemiyecekleri engel olmayan insanlardır..”
Bugün “iman ve  öfkesi”yle bu insan doğu karadenizde yaşıyor mu ? Veya şöyle soralım:  Bugünkü doğu karadeniz insanının varlığında “iman ve öfke” ne derece  hakimdir? Bu soruya, hamasî bir kapı aralamadan ve hiçbir tereddüde  düşmeden doğrudan “evet” demek, gerçeğin ifadesi olsa gerek.
O’nun  “iman ve fikir öfkesi”ne dair cümlelerini okurken, İnsanı kaslarından ve  sinir sisteminden ibaret tahayyül ediyorsanız ne O’nu ne de doğu  Karadeniz insanını nitelemesini anlıyorsunuz demektir.
Bu iman ve “fikir öfkesi” üstadda yerini şöyle buluyor:
“Kollarımız,  kuvveti nasıl sinir cümlemizde bulursa, herhangi bir dünya görüşü de,  sinir cümlesini fikir öfkesinde ele geçirir. Fikir öfkesi, düşünüş  tarzlarının asabî cihazı, manivelâsı, icra müessiridir. Zihin onun  sayesinde dinamizmaya kavuşur, yıldırımlaşır, kudrete erer, cansız bir  ölçü kalıbı olmaktan kurtulur. Tek kelimeyle fikir öfkesi, kıymet  hükümlerimizin hamle ve irade kaynağı… Onsuz fikir, duvarda veya  sandıkta, evde veya dükkânda, kalabalıkta veya tenhada, ikide bir  ötmekten başka hikmeti olmayan aptal bir guguklu saattir.
Fakat  öfkesiz fikir ne kadar acıklı bir manzaraysa, fikirsiz öfke de o  nisbette merhamete lâyık bir levha… Ruhî teessürlerini herhangi bir  görüş sistemine irca edemeden, rasgele bağıran çağıran, kıran döken,  tepinen dövünen bünyelere, haklı olarak hasta der, geçeriz.
Harikulâde muvazene, öfkesiz fikirle fikirsiz öfkenin arasında yerini bulan, müşterek bir akıl ve sinir nakiliyetinde…”
Üstadın  1940’lı yıllardaki bu ifadeleriyle bugün Trabzon’a baktığımızda aynı  heyecan ve “öfke”yi görebiliyoruz ancak bu öfkenin fikirden kopmuş,  iradî hareketliliği kalmamış metal bir bilya halinde başıboş  yuvarlanmaması ve “Trabzon’lu öfke”nin yeniden, fikirle yatağını bulması  gerekiyor.
Köşemizin sınırlarını daha fazla genişletmeden, Üstad’ın  Ulu Hakan Abdulhamit isimli kitabının en sonunda söylediği bir cümleyi  deforme ederek yazımızı bitirelim:
“Necip Fazıl’ı anlamak her şeyi anlamak olacaktır!”
“Herkesin  beklemeye başladığı mutlaka gelir!” ve “Ey bizi anlayacak, isterse tek  kişi olsun, fikir ve dava çilekeşi adam, sana hitap ediyoruz!” diyen  Üstad’ı bütün hücrelerimize kadar hissedebiliyor, anlayabiliyor,  yaşatabiliyor ve bekleyebiliyor muyuz?
Bu vesileyle, başta onun sığındıklarına sığınarak kendisine rahmet, dua, bağlılık… Şefaat…
Yahya Düzenli/Günebakış
 
																								 
																																		 
																																		 
																																		 
														 
														 
																																		 
																																		 
																																		 
														