Merhum Necip Fazıl Kısakürek’in Gözüyle Maarifimizin Meseleleri
MERHUM NECİP FAZIL KISAKÜREK’İN GÖZÜYLE MAARİFİMİZİN MESELELERİ
Eğitim konusu Türkiye’nin kangren olmuş bir sorunudur. Birçok insanın bu konu üzerinde beynini yormasına, uykularını kaçırmasına rağmen hep aynı çıkmazda seyrediyor olmasının sebepleri neler olabilir? Niçin dünyaya genç beyinleri ihraç ederken, içeride ciddi gelişmeler gerçekleşmemektedir? Bu soruları hep sorduk yine de sormaya devam edeceğiz. Ta ki düzelinceye kadar… “Düzelmesi konusunda asla umutsuzluk taşımıyorum. Elbette düzelecektir. Elbette Türk insanı lâyık olduğu gelişmeyi gerçekleştirecektir.
Türk maarif sistemindeki tahribatın, engellemenin, iş yapmanın önündeki engeller kaldırıldıkça, iş yapan insanlar desteklendikçe; başkalarının menfaatlerini, kendi menfaatlerinin önüne geçiren insanlar yetiştikçe eğitim sorun olmaktan çıkacaktır. Merhum Necip Fazıl’ın ifadesiyle, “Benim olmadığım yerde kimse yoktur” düstürunu beynine ve ruhuna kazıdığı zaman, okulda “kopya çekmenin vatana ihanet olduğu” düşüncesine sahip olduğu zaman Türk millî eğitimi düzelecektir. Bunlar ne zaman mı gerçekleşecek? Elbet bir gün gerçekleşecektir. Yeter ki iyi niyet, aşk ve heyecanla çalışılsın.
Günümüzde her türlü idealsizliğin, ufuksuzluğun ideal ve ufuk halini alması; ahlâksızlığın ahlâk olarak sunulması, yalanın, kandırmacanın, sahtekârlığın meslek haline getirilmesi, ilimsizliğin ilim diye yutturulması; okul binalarının birtakım teknik alet ve edevatla donatılması, buraların bilgisayar deposu haline getirilmesi; öğretmen ve öğrencinin okulda ders yapmadığı halde ders yapıyormuş gibi yapması, yine öğrencinin okula devam etmediği halde devam ediyormuş gibi yapması; okul müdürünün okulda öğrenci olmadığı halde öğrenci varmış gibi hareket etmesi, yine okul müdürünün okulda öğrencilerinin yüzde seksenlerinin rapor alıp hasta olduğu halde hasta değilmiş gibi “pişkinlik” göstermesi; hasta olmadığı halde öğrenciye bir hafta veya on gün gibi rapor yazan doktorun aynı kervana katılması; anne ve babanın çocuğu hasta olmadığı halde “hasta raporu” aldığında büyük zevk duyması; Millî Eğitim bakanının, okul müdürlerinin okullarda öğrenci olmadığı halde öğrenci varmış, eğitim bütün hızıyla, heyecanıyla devam ediyormuş gibi gurur ve heyecan duyması; sınavlar sonucunda da ortaya çıkan başarısızlığın başarı gibi sunulması, Türk maarif sisteminin düzeleceğinin, umutsuz olunmaması gerektiğinin somut göstergeleridir.
Balık baştan kokar. YÖK’ün ülkemizin gerçekleriyle bağdaşmayan ve çözüm olmak yerine sürekli sorun üreten uygulamaları genç nesillerin heba olmasına sebep olmaktadır. Öğrencilere yapılan, gençliğe yapılan, ülkenin ve milletin geleceğine yapılan bu haksızlığın, bu kandırmacanın uzun sürmesi, ilelebet sürmesi eşyanın tabiatına aykırıdır. Yunus Emre’nin dediği gibi, “Ol imaret eylemez sen viran olmayınca”…
YÖK’ün ÖSS  sınav biçimi bir “viran”dır. YÖK kurulduğundan beri bir “viran”dır. YÖK  açıklama ve uygulamalayrıyla, ülkede kendi başına buyruk bir yol  izlemektedir. YÖK ülke için hep sorun olmuştur,; eğitici, iş yapıcı  değil kavgacıdır. Anayasal bir kuruluş olmasına rağmen, milletle,  hükümetlerle kavga etmekten çekinmemektedir. Evlâdına zulmeden bir anne  düşünebilir misiniz?
Umutsuz olmadığımı özellik belirtmek istiyorum,  kimseye de umutsuz olmasını ve umudunu yitirmesini söylemiyorum.  Konuşulacak, çözümler üretilecek ki düzelme olsun. Bu yazıda, Türk  düşünce hayatının, şiirinin, tiyatrosunun, hikâyesinin, basın ve yayın  hayatının “ölmez, solmaz insanı” merhum Necip Fazıl Kısakürek’i eğitimle  ilgili düşüncelerini öne çıkartarak hayırla ve rahmetle anmak  istiyorum.
Merhum Necip Fazıl eğitimi nasıl anlamış ve ne gibi  çözüm önerilerinde bulunmuştur? O, “Doğu ve İslâm medeniyet kaynağı ile  alâkamızı zayıflatıp, Yunan ve hıristiyan medeniyet kaynağından doğma  Batı dünyasında alâka aramaya başladığımız günden beri haşmetli bir  maarif meselemiz vardır” tespitinde bulunur. Ardından da 1839–1939  yılları arasındaki Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet hareketleriyle  kademeli bir şekilde yok etme ameliyesinin mevcudiyetini belirtir.
Necip  Fazıl, maarif meselesini en kalın çizgileriyle on dört temel hususta  ele alıp irdeler ve bunların zihnimizde kronolojik bir âhenk içinde  billûrlaşmadan lâyık olduğu yere kavuşamayacağını belirtir.
Üstadın  eğitim çözümlemesinde ana fikir ve plan konusu birinci mesele olarak  belirir. Planın önemini belirtmek için, “Fikrin işe inkılâp ederken, en  saf tecritten en mürekkep teşhise doğru, rahimde uzuvlaşan çocuk gibi  kafamızda maddeleşmesidir” der. Küçük iş kırıntılarının bir tarafa  bırakılıp, büyük iş bütününe tekaddüm edecek ana fikir araştırılınca,  planın ne demek olduğunun daha iyi anlaşılacağını belirtir.
Tanzimat’tan  beri büyük iş manzumesine hâkim bir ana fikir–plan sahibi olmadığımızın  altını çizen Necip Fazıl, yüzyıllık Türk maarifini, Avrupa maarif  metotları bütün halinde muhasebe edilmeden parça parça kopya kâğıdı  altında zaptedilip, onun çok iyi tatbikinden başka bir şey olmadığı  hükmüne varır. Acı reçeteyi açıklar: Yönetimlerin en büyük zaafı  maarifte kendini belli eder. Ardından da, kahve falından geleceği  keşfetmeye yeltenen kocakarının bile bir gizli planı varken, eğitim gibi  bir konunun plansız, programsız olmasının anlaşılır bir husus  olmadığını belirtir.
Maarifin iki numaralı meselesinin okutmayı  genişletme işi olduğunu belirten Necip Fazıl, bu durumun hem Türk hem de  dünya maarifinin en önemli meselesi olduğunu ortaya koyar. Mümkün  olduğu kadar çok insanın okutulması gerektiğini söyler, fakat bir  kemmiyet işi olan bu meselenin, bir keyfiyete bitişik yürümedikçe  yerinde saymaktan daha zararlı olduğuna vurgu yapar. Bu haliyle madde  planında imarına çalıştığımız ülkeyi, ruh çerçevesinde kimlere  hazırladığımızı iyi düşünmemiz gerektiği konusunun altını çizer.
Üç  numaralı mesele olarak yetiştiriciyi yetiştirme işi olduğunu belirtir.  Bu konuyu şu şekilde formüle eder: “Çocuğun yetiştirme işiyle, onu  yetiştirecek yetiştiriciyi yetiştirme işi, iç içe girmiş bir düğümdür.  Çocuk yetiştirmeli ki, yetiştirci yetişsin, yetiştirici yetişmeli ki  çocuk yetişsin.”
Dört numaralı meselenin ders kitapları olduğunu  belirtir ve bu konuda yapılması gerekenin, evrensel gerçekleri kendi  yöntemlerimize göre telif etmek olduğunu söyler. Uzmanlar tarafından  pedagojik yöntemlerle ve anlaşılır bir dille yazılmış kitapları,  öğrencinin ufkunu açması için önüne koymanın gerekliliğini belirtir. Her  beş yılda bir ders kitaplarını yenilemenin ilim ahlâkı açısından şart  olduğu, ayrıca fakir öğrencilere özel şartların uygulanması gerektiği  tesbitinde bulunur.
Beş numaralı meselenin ahlâk ve disiplin  olduğunu belirten Necip Fazıl, toplumun çekirdeğinin insan, insanın  çekirdeğinin de ruh olduğunu belirtir. Eğitim çağındaki çocuğun  sırtındaki ahlâk baskısı iyice zayıflamıştır. Tezatsız bir fikir ve  ahlâk bütünü İslâmî terbiye temeline dayalı Türk ailesi, Tanzimat’tan  beri çocuğuna sahip olma ve hükmekte kudretini yitirmiştir. Oysa  toplumda okul ile aile arasındaki uyum bozulunca işlerin felâkete  dönüştüğü / dönüşeceği bilinen bir kuraldır. Maarif sisteminde okulun,  kafasında yekpare bir bütün halinde taşıyacağı ahlâk telakkisinin  zehirden acı disiplinini tatbik etmeye bir saniye bile gecikmemesi  gerektiğine dikkat çeker.
Maarifte hiçbir ahlâk telakksine yer  vermeyen bir anlayışın egemen olduğu bilinmektedir… Günümüzde olup  bitenler de bunun birer kanıtıdır. Sorumlu mevkiinde bulunan kimsenin de  bunu değiştirmeye gücü yetmemektedir…
Maarif sisteminin altı numaralı meselesinin dil ve ıstılah olduğunu söyler. Bu konu ile ilgili olarak 1. Herhangi bir dilin içine, grameriyle nüfuz eden bir başka dilin, o dili müstemlekeşetireceğini belirtir. 2. Uydurma dil, evreni yenisiyle değiştirmek kadar abestir. 3. Kendi öz kelimelerimizden başka, Türkçe’nin dil bilgisi kurallarına ve telaffuzuna uygun hale gelen yabancı kökenli kelimeler bize aittir. Kâinat, bütün mevcudiyetiyle bize dil aynası içinden aksettiğine göre, kıymeti kâinata bedel bir varlığı temellendirmemiş olmak, tek kelime ile mevcut olmama anlamına gelir.
“Her  şeyden önce kelâm vardı” diyen ölçü, her şeyden önce ve sonra da  kelâmın bulunduğuna işaret ediyor. Başımız ve sonumuz dil… Biz ise  dilimize kadar her şeyimizi kaybetme yolundayız.
Yedi numaralı  mesele, üniversite meselesidir. Burası vahimler vahimi bir meseledir.  Ancak üniversite profesörü ehliyetinde fertlerin yetişmesi, herhangi bir  maarif cihazındaki verimin kemal ifade etmeye başlaması anlamına  geleceğinin de iyi bilinmesi gerektiği üzerinde ısrarla durur..
Sekiz  numaralı mesele, politekniktir. Dünyayı avucunda tutan Batı hakimiyeti,  deneysel bilgi temeline dayanır ve üstünlüğünü de deneysel bilgi  düzeneğine borçludur. Maddeye hakimiyet, maddeyi bütün imkânları içinde  istismar gibi basit, fakat her şeyi esir edici azametli bir basite  dayanan Avrupa üstünlüğü, yalnız bu cephesinin elde edilmesiyle iflasa  sürüklenir, ruhî boyunduruk olmaktan çıkarılırdı. Batılılaşma’yı  muaşeret kuralları kitabı kadrosundan ileride göremediğimiz gibi, aksine  Şarklılığı bir aşağılık ukdesi halinde halka gibi burnumuzda taşıdık.  Politeknik ocağının kurulması şarttır.
Dokuz numaralı mesele,  yabancı profesör meselesidir. İlimde ve sanatta yabancı profesör kabul  edilemeyeceğini, teknikte ise bir dereceye ve belirli bir zamana kadar  kabul edilebileceğini belirtir.
On numaralı mesele, Batı’ya  gönderilecek öğrenci meselesidir. Batı’ya gideceklere, kurtarıcı  rollerini aşılayacak bir mefkûre, ahlâk ve disiplin nefhetmek, onları  yetenekleri bakımından müdir fikir etrafında seçmek, başlarına bu  kıratta müfettişler oturtmak, hareketlerini her an kontrol etmek,  başarılı olanları başarıları oranında Türkiye’de bekleyecek şereflere  karşılık, başarılı olamayanları aynı oranda şerefsiziliklere uğratmak  şeklinde formüle eder.
On bir numaralı mesele, sanat ve ilim  hareketlerini koruma meselesidir. Maarifte inkılâp, ancak sanat ve ilim  hareketlerini doğurmak ve korumakla olacağı hususuna dikkat çeker.
On  iki numaralı mesele, halk terbiyesi meselesidir. Her il ve ilçede  kültür dersi öğretmenlerinin, doktorların, teknisyenlerin, aydınların,  sanatçıların toplumun imarına memur edilmesi gerektiğini belirtir. Ona  göre halk terbiyesi, örgün okulları da aşan bir özellik taşır.
On üçüncü mesele, dünya irfanını nakil işidir. Öncelikle yapılması gereken, kültürümüzün baş eserlerinin bugünkü dile kazandırılması meselesidir. Zamanın meçhul neş’et anından beri, başka milletlerin ne eser verdiğini kendi ana dilinin aynasında görmemiş olan milletin, kıyamete kadar eser vermeyeceğini belirtir.
On dördüncü mesele, millî kütüphane ve müze meselesidir. Millî kütüphanemizi kurmak ve büyük merkezlerde bunun şubelerini açmak, kendi kültür kaynaklarımızdan dünya kültürüne kadar basılmış bütün kitapları buralara dağıtmanın şart olduğunu söyler. Ayrıca her alanda müzelerimizin vücuda getirilmesi gerektiğinin altını çizer.
Görüldüğü gibi maarifimizin temel meselelerini iliklerinde duyan ve bu konudaki görüşlerini Türk toplumunun irfanına ve iz’anına sunan merhum Necip Fazıl Kısakürek üstadımızı hayırla ve rahmetle anıyorum.
Dr. İhsan Alperen – Milli Gazete
 
																								 
																																		 
																																		 
																																		 
														 
														 
																																		 
																																		 
																																		 
														