Üstadın Refik Saydam Tarafından Chp’ye Mebus Adayı Gösterilmesi
ÜSTAD’IN REFİK SAYDAM TARAFINDAN CHP’YE MEBUS ADAYI GÖSTERİLMESİ
Derin bir saygı ve (reverans) içinde bana içerisini gösteriyor:
-Buyursunlar, Necip fazıl Beyefendi!
İçeride ve Umumî Müdürün masasında Başvekil Refik Saydam…
Ayağa  kalktı ve azami derecede iltifatkâr, takdirkâr bir tavırla elini  uzattı. Karşısındaki koltuğa oturmamı işaret etti. Selim Sarper,  Başvekilin benimle hususî konuşmak istediğini sezmiş olmalı ki, hususî  kalem tarafından süzülüp gitti.
Başvekil, yüzü sıcak bir (sempati) ifadesiyle mühürlü, söze başladı:
-Umumî  Müdürden içeride beklemekte olduğunuzu öğrendim ve hemen teşrifinizi  rica ettim. Ben her gün yazılarınızı okumadan edemem… Neye birkaç  gündür yazmıyorsunuz?
-İltifatınıza teşekkür ederim. Birkaç gündür Ankara’da ve dertli işler peşinde olduğum için yazamıyorum.
-Neymiş o dertli işler?
Başvekile piyesimi kabul ettirmekte rastladığım anlayışsızlıkları ve bunun için Selim Sarper’i görmeğe geldiğimi anlattım.
-Onu düşünmeyin artık, dedi; vaktiniz müsaitse biraz sohbet edelim… Ben kaleminize hayranım.
Hayret!..  CHP fabrikası mamûllerinden, bu tipte, takdir ettiği muharriri her gün  okuyan, mücerret bir fikir ve sanat alâkası besleyen, Başvekil azâmeti  içinde ferdî tahassüslerini kaybetmemiş olan bir insan hayal edemezdim.
Refik  Saydam, yemek vaktini geciktirdiği ve aç bıraktığı özrü ile beni bir  buçuk saat alıkoydu. Birçok içtimaî ve iktisadî mesele, bilhassa o  sıralarda patlak veren kömür meselesi üzerinde konuşturdu; birkaç sene  evvel İş Bankası müfettişi olarak teftişine memur edildiğim bir kömür  havzası münasebetiyle bu maddenin, dünyada ve memleketimizdeki  vaziyetini benden uzun uzadıya dinledi ve son hükmüm kendisinin  aleyhinde olduğu halde, son derece olgun bir iyi niyet tavrını asla  bozmadı.
(…)
Cevabı şu oldu:
-Pek doğru, ilmî ve tam isabetli  bir teşhis üzerindesiniz. Ben, tek başıma, bütün çarkları birbirine  girmiş, birbirini yiyen bu memlekette ne yapabilirim?
Hayret ki, hayret!.. Nefs muhasebesi denilen o ulvî kaliteye malik bir başvekil görüyordum!
Refik  Saydam’la daha birçok memleket meselesini görüştük. (…) Malum  başvekiller serisi içinde bu zat, kendi dışında bir hakikat  bulunabileceğini kabul etmiş, o yalçın ve kaba hükûmet efesi gururundan  sıyrılmış, fikir meraklısı ve vicdan murakabesi heveslisi adam…  Cumhuriyet devresi mamûllarından, kafaları ve ruhları dondurulmuş,  göbekleri burunlarından bir karış ileride yürüyen tipler arasında da  yapayalnız ve bedbaht…
(…)
Refik Saydam beni mübalâğalı ve alâkalı tavrıyla uğurladı ve kapıda dedi ki:
-Ankara’ya yolunuz düştükçe bana uğrayın. Sohbet ve fikirlerinizden zevk aldığımı ve almakta devam edeceğimi biliniz!
Aradan  çok zaman geçmemişti ki, “Çerçeve”lerimi yazdığım “Son Telgraf”  gazetesinin mebus sahibinden büyük bir saadet edasiyle müjdelediği şu  haberi aldım:
-Tebrik ederim, mebus oluyorsun! Refik Saydam, açık mebusluklardan birine seni namzet göstermiş… Dün
Mecliste haber aldım. Yüzde yüz emin…
Afalladım.
Nefsimin çeker gibi davranıp ruhumun şiddetle ittiği bir oluş çıkmıştı karşıma… Ben, İnönü devrinin Halk
Partisi mebusu; olacak şey miydi bu?
Fakat hiçbir şey olmadı…
Sonradan  haber aldım ki, İnönü kendisine takdim edilen namzet listesinden ismimi  kırmızı bir kalemle çizmiş… İnönü, 1936 yılının “Ağaç” mecmuasiyle,  1939’dan sonra iki gazetedeki “Çerçeve”lerimin yavaş yavaş belirtmeye  başladığı İslamî çehremi tanıyor ve gayet tabii olarak beni kendine  bağlayamıyordu. Böylece bir gaflet anında boş bulunup Halk Partisi  mebusu olmak gibi bir felaketten Allah beni korumuştu.
Aynı tehlikeyi, 1947 seçimlerinde, C.H.P. Genel Sekreteri Memduh Şevket Esendal tarafından namzet gösterilerek yaşadım. Yine ismim çizildi ve Memduh Şevket bana şöyle dedi:
-Eğer isimsiz ve cisimsiz biri  olsaydın kabul edilmiştin. Fakat bellibaşlı bir mânada sivrilmiş olmanın  cezası bu… Beni reddettiler… Anla!
Refik Saydam’la Memduh Şevket  gibi, dilediklerini mebus yapmaya muktedir iki adamın kendi kendilerine  hakkında gösterdikleri bu tavassutun İnönü engeline çarpmasından,  sonları hamd üzerine hamdettim. Belki de kendimi koruma şuuruna malik  olamayacağım bir anda, göğe çıkarcasına uçuruma yuvarlanmaktan beni  hıfzeden Allah…
(Benim Gözümde Menderes’ten)
 
																								 
																																		 
																																		 
																																		 
														 
														 
																																		 
																																		 
																																		 
														