İşte İnsan
İŞTE İNSAN
Ali BİRADEROĞLU
İKİ HATIRA
İnsanın ana dilini tasarruf kabiliyeti ve buna etki eden faktörler gerçekten tartışılmaya değer bir konu… Şahsen bu konuya tüketici bir cevap verme gücünü kendimde bulamıyorum. Fakat bunca yıllık ömrümde; mensup olduğum sosyal statü itibariyle münasebette bulunduğum, toplumun elit tabakası da dahil hiç kimsede Necip Fazıl Bey gibi ana dilini akıl almaz bir maharette kullanabilen bir insan tanımadım. Ona yıllarca hizmet etmiş bir kişi olarak onu hayatının hemen hemen her türlü faaliyeti içinde, özellikle çoğunda da doğrudan doğruya -intentio recta- tavrı içinde görme şansına sahip oldum. Her türlü durumda onun ana dilini olağan üstü bir şekilde kullandığını, kavramlardan eşsiz mimari eserleri, akıl almaz musiki besteleri meydana getirdiğini gördüm.
Vakıf olanlarca, Üstad’ın Fransızca’yı da aynı maharetle kullandığı tarafımıza bir çok kereler ifade edilmiştir. Rahmetli Üstad’ın duygularını ifadede aciz kaldığı anlar hayatında belki de bir elin parmakları ile sayılabilecek kadar azdır. Ben de işte bu nadir anlardan birinin şahidiyim;Sene l964… Üstad Üsküdar’da kalabalık bir üniversiteli gençlik grubuyla sohbet ediyor. Söz konusu gençlerden biri Üstad’a günlük bir gazeteden kesilmiş bir küpür uzatıyor. Küpüre göz atan Üstad’ın renginin kül gibi olduğunu, ilk ve son defa şahit olduğum gibi konuşmakta aciz kaldığını görüyorum. O anda Üstad’da da kavramların; insanda bir yaşantı olan duygusal oluşumu dile getirmedeki aczine şahit oluyorum. Yanılmıyorsam bu hal bir dakika veya biraz daha fazla sürüyor. Mesele şu: Örtülü ödenek parası ile kurulduğu rivayet edilen bir dönmenin gazetesinde sözüm ona bir romancının sözüm ona bir romanının ilanı var. “Cüce M…… ” Peygamber Efendimizin has ismi… O andaki duygusal yaşantısında meydana gelen fırtınayı ve çalkantıyı hiç bir fani kelimeye emanet etmeye gönlü razı olmayan Üstad; sonunda insanlığın aczini ciğerlerine kadar tadarak, bir kere daha, sanırım Allah’ı içinde hissetmenin huzuruyla kendisini toparlamaya çalışarak, gayet basit gündelik kelimelerle “Biz buna şu cevabı vereceğiz, onlar da bizi mahkemeye verecekler” dedi. Ve dediğini yaptı, dediği şekilde de mahkemeye verildi. Haliyle bitmeyen çile…
Gerçekten Üstad  Allah ve Resulüne iliklerine kadar bağlı bir insandı.Üstad özelliği olan  bazı yazılarını okuduktan sonra bana sorardı: “Nasıl, tehlikeli bir şey  var mı?” Ben de kendime göre yasal sakıncası olabileceğini sandığım  kısımlarını değiştirmesi için kendisini iknaya çalışırdım. Her seferinde  de şu cevapla karşılaştım:-Allah hıfzetsin, Allah Rezzak’tır.Bunları  kendime pay çıkararak prestij devşirme niyetiyle söylediğim sanılmasın.  Goethe’nin de eserlerini ilk defa arabacısına okuyarak onun tepkisini  tespit etmeye çalıştığı erbabınca malum olduktan sonra…Üstad nesli  tükenmeye yüz tutmuş fikir namusuna sahip nadir insanlardan biri idi.  Sanki toplumu parantez içine almış gibi hareket ederdi. Düşündüğünü,  karşısındakine nasıl bir etki yapacağını hesap etmeden, hatta bunu  aklına bile getirmeden söylerdi. Sanki sesli düşünüyormuş gibi  konuşurdu. Bu yüzden de çokların, pek çokların düşmanlığı sürekli bir  biçimde artarak üzerinde yoğunlaşırdı. Örnek mi?…Sene l965… Çapa  Yüksek Öğretmen Okulu’nda “Mehmet Akif’i Anma Günü”. Konuşmacılar  arasında bir kaç Profesör ve Üstad. Üstad bir Türkoloji Profesörü ile  yan yana oturuyor… Hemen arkasında da biz… Türkoloji profesörü  kalkıyor, konuşmasını yapıyor… Akif’i zorlayıcı ve saptırıcı bir  yorumlamayla günümüzün değer yargıları muvacehesinde şirin ve sevimli  gösterme çaba ve telaşı içinde bir konuşma… Türkoloji profesörü  sandalyesine otururken Üstad elini sıkıyor ve biz derhal kafamızı  uzatıyoruz ne dediğini duyabilmek için; “-Cehaletinizi tebrik  ederim!…”Siz söyleyin! Çağımızda böyle bir insan sevilir mi? Bunun  için de adı geçen profesör Üstad’dan bahsetme konusunda elinden geldiği  kadar muktesit davranmaya çalışmış, kanaatimize göre de bu konuda  oldukça başarılı olmuştur. Bu noktada J. J. Rousseau’yu ve “İlimler ve  Sanatlar Hakkında Nutuk”u nasıl hatırlamazsınız.Ama bütün bunlara rağmen  onu sevebilecek ruh asaletine sahip, umduğumuzdan da fazla insan  olduğunu görmenin şaşkınlığı içindeyiz. İŞTE iNSAN Pılate; başında  dikenli taçla, kölelere mahsus ceza olan çarmıha gerilmek üzere Golgota  denilen yere iki hırsız ile birlikte götürülen Hz. İsa sandıkları kişiyi  Yahudilere göstererek: “Ecce Homo – işte insan” diyordu. Ben de Necip  Fazıl Bey’i; en yakınlarından biri belki de in yakını olarak pratik  hayatın değişik konteksleri içinde gördüm. Ve her görüşümde “işte insan”  yargısı fırladı vicdanımın derinliklerinden. O’nu en basit insani  fonksiyonları gerçekleştirirken, bir sanat eserinin doğum sancısını  çekerken, yeni değerler yaratırken, içinde yaşadığı toplumun ve tüm  insanlığın kokuşmuş değerlerine baş kaldırırken, konferanslarında fikir  öfkesi ile kükrerken, mahkemelerde fikir efesi tavrı içinde dantel gibi  hukuk mantığı örerken, inandığı mukaddes ölçülerin zerresi uğruna  herşeyini feda ederken, kelamın şahikasına çıkarken gördüm. Ve “işte  insan” dedim.Hayatın değişik alanlarını kapsayan bütün bu gözlemlerim bu  kişinin sıradan, sürüden, çoklardan, pekçoklardan biri olmadığını  gösteriyordu bana. Nietzsche’nin dili ile konuşursak ruhu kendini yiye  yiye hayatının çok erken dönemlerinde “deve” ve “aslan” aşamalarından  bir kuş gibi uçup, doğruca “çocuk”luk aşamasına ulaşmıştı. Yalnız bir  farkla ki Nietzsche’nin sınır tanımayan “istiyorum”u, bütün  değerlendirmelere “hayır” çeken tavrı Necip Fazıl Bey’de inandığı dinin  mukaddes ölçüleri karşısında duruyor ve “yapmalısın”a alçakgönüllülükle  boyun eğiyordu. Tabiat kanunları karşısında bile zaman zaman “istiyorum”  tavrı takınmaya kalkışan böyle bir kişinin inandığı mukaddes ölçülere  karşı bu tür boyun eğişi üzerinde okuyucuyu dikkatle düşünmeye ve  değerlendirmeye davet ediyorum. Ama ne var ki bu boyun eğiş ölüm  terlerinden, beyin zarına sülük gibi yapışan fikirlerden, sıcak yaraya  kezzap gibi dökülen düşüncelerden cinnete kıl payı yol almış iken  meydana gelebilmişti.Akrep nokta nokta ruhumu sokmuşMevsimden mevsime  girdim böyleceGördüm ki ateşte cımbızda yokmuşFikir çilesinden büyük  işkence. ……………Bildim seni ey Rab bilinmez meşhur.Her an  beynini ve kalbini yoluyor. Her an değer yargılarını didik didik ediyor,  herkes için kabul edilen doğruları dahi tekrar tekrar o keskin,  acımasız eleştiri süzgecinden geçiriyordu. Ufka doğru düşmek, öz  ağzından kafatasını kusmak mantık çatlatıcı, akıl paralayıcı  düşüncelerin cenderesi içinde kıvrana kıvrana gerçek oluşa doğru yol  alırken, bir yandan da hasta çağımızın kokuşmuş, pörsümüş değer  yargılarının yerine ikame edilmek üzere, ihtilaçlar içinde kıvranan  çağımıza göre çağ dışı ölümsüz değerlerden şifa devşirme savaşı  veriyordu.Bütün değer yargılarını paramparça ederek, bu tür bir  başkaldırış içinde bulunan asırlardır Doğu ve Batı dünyasının önüne  çekilmiş olan tül perdeyi elinin tersiyle itip, bu değer yargılarına  çıplak bir gözle bakabilme çılgınlığına cesaret edebilen koltuk değneği  kullanmayan, bütün putları, idolleri yıkan böyle bir dehanın akıbeti  acaba inanmasaydı ne olurdu?Bu sorunun kesin cevabını bugüne kadar  bulabilmiş değilim. Ama Rimbaud, Mauppasant, Nietzsche v.b. dehaların  akıbeti bize ışık tutabilir. Bu durumda biz okuyucuyu her an infilak  halinde bir volkan gibi titreyen, özgür oluşumlar içindeki böyle korkunç  bir dehanın entellektüel fakültelerini disipline edebilen zatın ve o  zatın mensup olduğu dinin büyüklüğünü düşünmeye davet ediyorum.Çok kere  şahit olmuşumdur ki; bu dehayı gerek inançta, gerekse amelde sadece  İslam dininin emirleri zapt u rapt altına alabilmiştir. Ruhu doymamaktan  dünyaya küsen, ömür boyu solmayan renk pörsümeyen yeni ve geçmeyen anı  arayan, yaptığı her eylemden daha başlangıcında pişmanlık duyan, dünya  nimetlerinden hiç birini bütün benliği ile istemeyen, masivaya ait  lütufların ıstırabını duyan bu adam; sadece namazın her vaktini çocuğun  bayram heyecanı ile bekler ve namaz vaktini kaçırmamak için sürekli  olarak namaza kaç dakika kaldığını sorardı. Demek ki bu tür dehalar  ancak İslamiyet gibi bir hak din tarafından kuşatılabiliyor. Yoksa  bunların dehaları uçsuz bucaksız bir çölde kılavuzsuz yolunu kaybeden  bir insan gibi kendi kendini yiyip bitiriyor, mahvoluyor. Bu noktada  “tüm dünyayı bir darbede ezip mahvetmek istiyorum… Akşam üzerleri  basan mistik dehşetler yüzünden kendimi buzlar arasındaki balık gibi  hissediyorum” diyen Dostoyevski ve benzeri mustarip dehaların  kısmetsizliğine ne kadar üzülsek az.Hiç bir dehanın kaçınamadığı akıbet  onu da yakalamıştı: Anlaşılamamak… Bir çeşit sosyal meteorolog olarak  olayların iç dinamizmini kavrayan, geleceği tahmin eden, eserlerini  kendinden sonrası için veren insanlar için bu çok tabii bir son… Ama  insanlar onu tümüyle anlamasa da dehanın bir özelliği olarak herkes  kendi imkan ve kabiliyetine göre ondan bir şeyler anlıyor, nasibini  alıyordu. işte biz de onu tümüyle anlama ve anlatmanın imkansızlığı  içinde ilerde hakkında daha ciddi araştırmalar yapma vaadi ile, sadece  başkaları tarafından yakalanması güç, bazı yanlarını ortaya koymaya  çalışıyoruz. Bu bakımdan mübalağa etmemeye gayret etmemize rağmen; o  kendisini bile ancak kendisinin anlayabileceği ve anlatabileceği çapta  bir dahi idi diyoruz.Eserlerini her okuyuşta ve dinleyişte ilk defa  duyuyor, okuyormuşsunuz hissine kapılır, her keresinde yeni şeyler anlar  ve nasıl olup da daha önce bu manayı yakalayamadığınıza şaşar  kalırsınız, ama bu şaşkınlık hiç bir zaman bitmez, sürer gider.
Bu  da onun her zaman olup biten, zaman ve mekan üstü gerçekleri,  inananların varlık şartlarına ait fenomenleri yakalayabilmesinden ileri  geliyor.Necip Fazıl Bey eşya ve olaylara değişik yorumlar getiren,  evrene yepyeni bir perspektiften bakan, kavramlara yeni anlamlar  kazandıran, yeni değer yargıları üreten ve bunları yapabilmek için de  bazı sınırları aşmaya hakkı olan nadir insanlardan biriydi. Her gün  kullandığımız sıradan kavramlar onunla yepyeni bir anlam kazanır,  defalarca duyduğumuz bir şiir yepyeni bir yoruma erişir, yerli ve  yabancı binlerce cücenin bir araya gelerek uydurduğu tarih yorumu onunla  güldür güldür yıkılır, karanlık amaçlar uğruna bostan korkuluğu gibi  ortaya çıkarılan “sahte kahramanlar” onun gerçek aşkıyla yanan  eleştirici dehası karşısında yerle bir olur.Onda amaçsız, fantasik bir  şüphe yerine “metodik şüphe” vardı. Bu yüzden bir darbe ile tuz buz  ettiği evreni yeniden kurabilmek gücünü gösterebilmiştir.
O arşa gebe olan bu yüzden de dev sancılar çeken cins bir kafa idi. O her türlü ucuzculuktan nefret eden mizacı gereği kolay olan halkın düzeyine inmek yerine halka seviye kazandırmak için ömür boyu savaşan bir insandı.O “ikrarı da inkarı da belli olmayan iki ayaklı sürülerin türediği” bir evrede “İnandığına inanan, inanmadığına inanmayan” bir insandı. Bu bakımdan ona “Son insan” demek geliyor içimden, ama mübalağa korkusuyla böyle bir tabir kullanmaktan kaçınıyorum.O; dıştan haşin, kırıcı zannedilen bir mizaç içinde; çok şefkatli rakik bir yürek taşıyordu. Onda; ancak ona uzun yıllar hizmet etmiş olanların vakıf olabilecekleri, yakalayabilecekleri engin bir insan sevgisi ve merhamet hissi vardı. l966 Büyük Doğu’larını çıkarırken yatmam için yazıhanenin içinde bir bölme yaptırmıştı. Bir gün dahi Üstadımın bu bölmedeki somyada yatmaya razı edemedim. Gecenin geç saatlerinde ben bu bölmedeki somyama yatardım; kendisi ise bir süre daha çalıştıktan sonra üzerine bir seccade çekerek kuru masanın üzerinde yatar, sabahleyin de erkence kalkardı. Defalarca şahit olduğum bu ve benzeri, başkalarının rahatını kendi rahatına tercih ettiğini gösteren olaylar onun engin şefkat ve merhamet hissinin ispatı olduğu kanaatindeyim. O gerçekten rakik-ül kalb bir zat idi.Hayatında lüzumsuz sözden nefret eden, daima söyleyeceğini en veciz bir biçimde ifade eden, bir kum tanesinin içine saraylar inşa edebilen bir kişi için bu kadar laf köpürtmeye ne gerek var? Tek cümle: O öldü, Allah rahmet eyleye…
l983
 
																								 
																																		 
																																		 
																																		 
														 
														 
																																		 
																																		 
																																		 
														