Püf Noktası ( Eser İncelemesi )/Nil_tuna / Üstad Sınıfı
PÜF NOKTASI
Eserin “PÜF NOKTASI” Üstad’ın da dediği gibi “Ya ol, ya öl!” mantığında gizli. ”OL”amayanların “ÖL”mesi gerektiği tezinden hareketle yazılmış bir eserle karşı karşıyayız.
Cemiyet hayatından, bozuk düzenden, hakkın haklıya verilmemesinden bıkmış, düzene bir türlü ayak uyduramayan şair Recep Kafdağlı’nın olamadığı için ölmeyi tercihi ile başlıyor tiyatro.
Aynı odayı paylaştığı arkadaşları Siret Mesail -ki kendisi “süprüntü” bir gazetede yazarlık yapmaktadır- Ressam ve Müzisyen ile şiddeli görüş ayrılıkları yaşayan şair, aslında Üstad’ın sözcüsü konumunda. Kendisinin beyni zonklarken, bunun zerresini düşünemeyecek hatta anlayamayacak kapasitede insanlarla aynı odada hatta aynı cemiyette yaşamaya mecbur kalmanın acısıyla kıvranıp dururken, çareyi ölmekte buluyor ancak olamadığı gibi ölmeyi de beceremiyor şair. Allah-u Teala bunu da nasip etmiyor Recep kuluna, belki de onu sevdiği için.
SÎRET – Yeni bir numara karşısındayız galiba.
RECEP  – (Gözleri boşlukta) Değil çocuklar! Numara falan yok. (Eliyle  gösterir) Şu bizim Sîret Mesâil’in bakkala sarkıtılan ipini inanınız ki  hiçbir hesap yapmadan ilmikleyip boğazıma geçirdim, amma ucundaki çengel  beni havada tarttı, asılmama engel oldu. (Coşkun) Ben ölmek istiyorum  çocuklar.
SÎRET – Öl, ne duruyorsun?
RECEP – Kalbim dur emrini  dinlemiyor, nasıl öleyim? Eski bir hikmet sahibinin sözünü dilime  pelesenk ettim: «Ya ol! Ya öl!»… Olamıyorum… Ölemiyorum.
RESSAM- Karar verdikten sonra ölmekten kolay ne var?
RECEP- Kaderde ölmemek varsa, ondan daha zor hiçbir şey yok
Recep Kafdağlı hangi yolu denediyse bir türlü kurtulamıyor yaşamak illetinden. İşgüzar arkadaşlarının bulduğu “kat’i” ölüm yolu son çare olarak dikiliyor başında: Efe’ ye efelenmek oluyor ölüm reçetesi.
İşte bu noktadan sonra başlıyor asıl komedi ve çarpıklık. Cemiyetin sahte yüzleri ve sahte düzeni bir bir gerçeğe dönüyor, gerçeğe döndükçe de sahteleşiyor. Recep, Efe onu öldürsün diye dikleniyor ama kadere bakın ki Efe, bizim şair’in cesaretine hayran olup efeliğini ona bırakıyor. Oysa efelik nerde, bizim Şair nerde? Ne yapsın Recep? İşi raconuna uyduruyor.”ARAMADAN BULDUĞUNU ARAYIP DA YAKALAYACAĞINI” söylüyor. Ve öyle de oluyor.
RECEP- Efem, külhanbeyler, gazeteci, müzisyen, ressam dostlarım, şahit olun. Hayat meğerse püf noktalarından ibaretmiş. Olanca başarı püf noktasını yakalamaktan başka bir şey değilmiş. Bundan sonra görün beni, aramadan bulduğumu, arayıp da yakalayacağım. Cemiyete, insanlara hükmedeceğiz. Bakın artık nasıl devlet çapında bir oluşla olacağız. Duyurumuz şu: Ya ol, ya öl!..
Hiç akla gelmeyecek iş, bizim Recep yani ölüme aşık fakat vuslatı bilinmez kahramanımız birden gazeteciliğin, bankacılığın hatta siyasetin yani ülke idaresinin kilit adamı oluveriyor. ”Paravan arkasından” her işi o yönetir hale geliyor. Milyonlarca banknotun en önce dokunduğu el oluyor Recep Kafdağlı’nın eli.
“ÇÖZÜM İŞ BÜROSU”nda ürettiği akılcı, planlı çözümler Recep’in zekasını da gösteriyor. O, eline fırsat geçtiği zaman her işi tıkırında yürütebilecek bir insandır aslında. Oyunun bir perdesi boyunca konu olan bankacılar ve mevduat kandırmacası da Üstad’ın kendi hayatından, mesleğinden edindiği izlenimleri ortaya çıkarmasıdır bir anlamda. Bankalar konusunda da her türlü iğrenç kişisel çıkarın “vatan uğruna” sözleriyle bahanelendirilmesi de işin cabası oluveriyor okuyucunun gözünde. Bakın usta Recep, parti başkanıyla nasıl bir sınav yapıyor…
GENEL BAŞKAN – Test zamanımız geldi, 5-10 dakika çalışalım…
RECEP – Çalışalım!… (Recep cebinden bir not defteri çıkarıp açar, Genel Başkan’da mahcup bir öğrenci tavrı…)
RECEP – Bir politikacıya düşen ilk vazife nedir?
GENEL BAŞKAN – (Papağanvari ve hızlı hızlı) Kendi püf noktalarını saklamak, başkalarının püf noktalarını aramak…
RECEP- (Elindeki açık defteri) Ya bunun ilk şartı ne?
GENEL BAŞKAN – (Aynı eda ile) Fazla konuşmamak… Konuşma telaşı göstermemek…
RECEP – Yani ne yapmak, ne olmak?
GENEL BAŞKAN – Sükut ihtikarı yapmak, sükut muhtekiri olmak.
RECEP – İyi ezberlemişsiniz!.. Devam buyurun!
GENEL  BAŞKAN – Başkaları bir mânayı belirtmek için kan ter içinde  çırpınırken, yırtınırken sanki bütün sır kendinde imiş gibi susmak,  başkalarının zaafını kendi kuvvet madeni diye kullanmak…
RECEP – Mükemmel… Ya konuşmak icap edince?
GENEL BAŞKAN – Ağdalı, girift, çetrefil, bozuk, başı ve sonu gelmez cümleler kullanmak… Boş, kof, anlamsız, fikirsiz…
RECEP- Meselâ?…
G.  BAŞKAN – Meselâ, «güneş doğdu» yerine şöyle demek: «Gecenin sona erdiği  ufuklara yığılı karanlıkların inmeğe başladığı gerçeği önünde en küçük  tereddüdü abes kabul etmeğe imkan bulunmadığını takdir etmek için çocuk  aklının bile kafi geleceği bir ortamda ayrıca bir izaha lüzum  hissetmeksizin…»
RECEP – Bu üslupla konuşmak neye yarar?
G. BAŞKAN – Boşluğun, fikirsizliğin peçelenmesine… Bir de muhataplarına derin ve esrarlı görünmek avantajına…
RECEP – Başka?
G. BAŞKAN – Sık sık Firenkçe kelimeler kullanmak.
RECEP- Ne gibi.
G.  BAŞKAN – Alternatif, kolektif, sosyal, kontimental, teknoloji,  ideoloji, emisyon, devalüasyon, rasyonel, paralel, faktör, sektör,  filan, falan.
RECEP – Ya bunlar.
G. BAŞKAN – Bunlar da cahilliğin bilgi çilesi çekmemişliğin maskeleri…
Banka sahipleri, gazete yöneticileri, parti liderleri kapısını aşındırıp dururken şair sıkılıyor bu sahte “dev”likten ve cüce dediği arkadaşlarının yanına dönüyor ani bir kararla. 24 saatlik düşünüp 24 saatlik yaşadığı için işleri öylece bırakıyor. Kurduğu küçük imparatorluğu bıraktıktan sonra başka bir 24 saatlik hayata dönüyor.
RECEP  – Ben herkesin püf noktasını arar, her şeyin püf noktasını kurcalarken  kendi püf noktamdan yakalandım ve işte aranıza düştüm.
(Uzun durak… Herkes birer taş…)
RECEP-  Bütün sahtelikler, iğretilikler, yapmacıklar, yakıştırmacıklar arasında  tereyağından kıl çekercesine kazandığım zafer üstüne zafer, artık  başımı döndürmeye başlamıştı. Kendimi neredeyse yüksekliği yüzünden  devrilecek bir kule üzerinde hisseder oldum. İçimde bir ses: «Bu mu  senin olmak dediğin?… İnsan dışına doğru olmaz, içine doğru olur? Sen  kendini oldum vehmine kaptırmış, böylece gerçek oluşun yollarını kesmiş  bir gaflet örneğisin.» (Durak) «Nefsin birtakım heveslerinin sarayında  senfonik orkestraya dört mevsim çaldırırken, ruhun, bodrum katına  hapsettiğin ruhunun çığlığını ziyafet katına kadar ulaştırıyorsun.  Biçare adam, sen elalemi bırak da kendine bak, başkalarında sahtelik  avcılığına yelteneceğine kendini avlamaya davran…» (Dinleyenler  çarpılmış gibidir, gözler oynarcasına Recep’in üstünde… Oysa, dalgın  suratı apacı, gözleri mücerret bir noktada hareketsiz… Uzun durak…)
RECEP  – İçime bir torik gibi düşüp, gittikçe büyüyen, soluklaşan,  ahtapotlaşan ve nihayet ejderhalaşan şüphenin beni bütün kolları ile  doladığı bir gece… Başkan Hazretlerine 11 yıllık lise tahsilinin 5  seneye indirilmesindeki püf noktalarını anlattıktan sonra sabaha karşı  dirseklerimi masaya dayamış düşünüyorum… Sabah ezanı okunuyor, «Namaz  uykudan hayırlıdır»; ezanı ilk defa anlar gibi oldum. (Durak)  Bildiğimizi sandığımız öyle şeyler vardır ki, vakti gelince onları ilk  defa öğrendiğimiz anlarız, en bilmediklerimiz bildiğimizi  sandıklarımızdır. (Durak…)
Bu dünyada aslına ulaşılacak hiçbir şey  yok, hiçbir şey!.. Her şey püften, her şey püften… Bu dünyanın püf  olmayan biricik tarafı, işte asıl püf olmayan büyük hayatı ihtar  etmesinden ibaret… Bu vaziyette, ne kadar sanatkârca olursa olsun, her  türlü hokkabazlığa ebediyen paydos. Vakıa kadını sahte, politikacısı  sahte, alimi sahte, şairi sahte, dili sahte, eseri sahte bir dünyada  yalnız bunlarla uğraşarak bunların üzerine yürüyerek elde edilecek  oluşlar sahte olmaz mı?.. Ben artık kendi öz oluşuma bakmalıyım…
Şaire  göre her şey “püf”ten olduğu için hiçbir şey asla gerçeğine  ulaşamayacaktır. Kadını, politikacısı, alimi, dili, eseri, şairi sahte  bir cemiyetteki her başarı da sahte olacaktır ona göre. Buradan  hareketle Üstad’ın; kenarda kalıp sinmiş, başarısız görünen insanları  sahtelik maskelerini yüzlerine geçirmedikleri için gerçek kişilik ilan  ettiğini söyleyebiliriz.
Recep’in sürekli sorduğu soru “Hayat mı,  eser mi?” sorusu bu maceradan sonra yanıt buluyor: ESER diyor şair aynı  zamanda da Üstad. Nedenini ise şöyle açıklıyor: Çünkü hayat tek kişinin,  eserse cemiyetin.
Her şey püften, yükselmek içinse gerekli olan tek şey alçalmak. Bilmediği konularda susup da biliyormuş izlenimi oluşturmak, bol bol Frenkçe sözler kullanıp havalı durmak, başı uzun ve sonu gelmeyen, tumturaklı sözlerle dolu cümleler kurup beyinleri karıştırmak işin “püf noktası” aslında. Hiçbir şey için çalışıp didinmemek, bir köşede oturup seyirci kalmak ama laf kalabalığı yapmak en bilindik yol amaca ulaşmak için. Bütün bunlar aslında sıfırlığın, boşluğun birer göstergesi. Üstad bizi açıkça uyarıyor burada. Üstad’ın burada köşede kalıp çabalamayan sanatçıları da acı ve etkileyici bir dille tenkit ettiğini açıkça görüyoruz.
Eserde dikkate şayan bir nokta daha var ki söylemeden geçemeyeceğim. Recep’ in oda arkadaşlarının isimleri: SİRET MESAİL, içerdeki meseleler anlamına gelir. Yani görünen değil, derin mevzular demektir. Bu da aslında her ne kadar basit işlerle uğraşsa da Siret Mesail’ in özde sağlam ve derin biri olduğuna işarettir. Ressam ve Müzisyen’ in ise adları yok. Yani Üstad bu üslupla o iki kişi nezdinde bütün ressam ve müzisyenleri tenkit ediyor diyebiliriz. Bakın onlar hakkında ne düşünüyor? İntihar girişiminin ardından ettiği laflara bakalım:
RECEP – Bu cemiyet, bir  lokma ekmeği çok görüyor gerçek sanatkâra. (Ekmeği Sîret’e uzatır) Eğer  Babıâli’nin sefil gazetelerinin birinde banka hademesi aylığıyla çalışan  şu Sîret Mesâil Bey olmasaydı, nice olurdu halimiz? (Eliyle Müzisyen’i  gösterir) Seni, rehindeki külüstür piyanosunu bir türlü kurtaramayan  zavallı müzisyen! Aynanın karşısına geç de, tart kendini! Eğer hamam  oğlanına benzer bir fiziğin, birazcık da sesin varsa kurtuldun demektir.  Gazinolarda hey heyler çekerek… (Sîret’i işaret eder) şu adamın bir  yıllık maaşını bir gecede kazanabilirsin.
RESSAM – Sıra bana geldi galiba…
RECEP-  (Ressam’a) Evet sıra sana geldi. (Romantik bir eda ile) Sen estetik dış  çizgilerini ezip bozup, ruhunu aramış ormandaki modern ressam! Kadıköy  vapurlarının lüks kamaralarında oturan züppelere şipşak portrelerini  çizip ikişer buçuk liraya takdim etsen daha iyi etmez misin?
RESSAM – Biz de yeni bir cemiyet düzeni idaresinin peşindeyiz amma, o senin gerici kafandaki ölçülere göre değil.
RECEP – Siz dünyaya gerinizdeki delikten baktığınız için bizi gerici görüyorsunuz.
Üstad yine muhteşem bir senaryo ve iğnelemelerle mesajını iletmiş durumda. İş ki bu eseri iğnelenenler de okusa.
Elimden geldiğince yorumlamaya çalıştım. Ama eminim ki Üstad çok daha fazlasını anlatmak istemiştir. Yorumlarınıza daima açığım.
SAYGILARIMLA
Nil_tuna / Üstad Sınıfı
 
																								 
																																		 
																																		 
																																		 
														 
														 
																																		 
																																		 
																																		 
														