” Durun Kalabalıklar “
DURUN KALABALIKLAR
Kimin  önce gideceğini Allah bilir, amma Üstadın yaşlandığını,  rahatsızlandığını duydukça arkasından yazı yazmak zorunda kalacağım  korkusunu yaşadım hep. Üstadın arkasından yazı yazmak, bir devrin  kapandığını görmek, bunu anlatmak ne kolay ne de güzel…
Yoksa onun için neler yazılmaz ki?
O, ölümün şâiriydi. Bütün hayâtı boyunca ölümün nefesini ensesinde duydu. «Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm, yetişir çektiğim mesafelerden»… Ölümün lâvları onun muhayyilesini kaplıyordu. «Bu benim kendi ölüm bu benim kendi ölüm./Bana geldiği zaman böyle gelecek ölüm»… Ve ölüm karşısında tek doğru tavrı haşyet ve haşmetle belirtiyordu: «Ölümse/gel! dese/Tak… Tak… Tak/Muhakkak. Ve dahasında en güzeli söylüyordu:
«Son gün olmasın dostum, çelengim top arabam/ Alıp beni götürsün tam dört inanmış adam».
Kaç  nesil ondan öğrendi: Hadiselere bakmayı, değerlendirmeyi, açmazları  izah etmeyi. Kargaşalık kıyametini yaşayan bir cemiyette «Cemiyetin  rahminde ben doğum sancısıyım» diyordu. «Otursun yerine bende her şekil»  diyordu ve unutulmuş cevapları gül kokulu bohçalardan çıkarıp  sunuyordu:
«İmam efendi, Athenagoras nam papaz seni takdis etmek  cür’etini gösterince sen niçin onu hak dine davet etmek vazifesini  aklına getirmedin?» Ya, demek böyle imiş, inanmanın borcu böyle ödenir,  politikacı bir papaza böyle cevap verilirmiş.
Hep düşünmüşümdür…  Bu, cemiyetin bir ölçüsü olmuştur benim için. Şeyhülislâmların söylemesi  gereken sözleri tiyatro yazarı, modern şâir, gazeteci Necip Fazıl  söylemiştir. Niçin? Başkası söyleseydi acaba aynı çevrelerde bu kadar  yankılanır mıydı? Ve ıskartaya çıkartılmış sanılan ölmez gerçekleri,  ulaşılmaz san’at devinin ağzından bir daha duyanlar nasıl  çarpılmışlardır?
Ben artık ne şâirim, ne fıkra muharriri,
Sade beyni zonk zonk çatlayanlardan biri
Bakmayın gezdiğime meşhur Bâb-ı âli’de
Bulmuşum rahatımı ben de bir teselli’de
Fikrin ne fahişesi oldum, ne zamparası
Bir vicdanın bilemem kaçtır havaparası.
Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana»
«Bir Adam Yaratmak» isimli büyük «drama»nın yazarı Necip Fazıl Kısakürek bir gün Bab-ı-âlî’ye şu haykırışla gelmişti:
«Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak!»
Ne müthiş bir nağraydı o. Amma, cemiyet bu çıkmazı tercih etmiş yürüyecekti. Yürüdü.
Necip  Fazıl ise, cemiyetin peşinde, hep alarm zili çalarak, önündeki  çukurları soluk mum ışıklarıyla aydınlatmaya çalışarak koştu durdu. Amma  bu cemiyet onu, erişilmez san’at gücüne rağmen, dinlememeye, yüzüne  bile bakmamaya kararlıydı. O ise, vazifesini eksiksiz yapmaya çalışıyor  ve tesellisini tasavvufî neş’ede buluyordu. «Sonsuzluk kervanı peşinizde  ben/Tek ayakla seken topal köpeğim/Bastığınız yeri taş taş öpeyim/Bir  kırıntı yeter kereminizden/Sonsuzluk kervanı peşinizde ben.»
Bu tasavvufî «muhasebe» duygusu onun erişilmez güzellikte şiirlerinin de kaynağı oldu. «Suratımda her suç bir ayrı imza/Benmişim kendime en büyük ceza». Halbuki suratındaki imzalar cemiyetin günahlarıydı. Hem bu cemiyet onları günah da saymıyordu şâirimiz gibi. Halbuki o hep cemiyeti düşünüyordu. Kendi aynasında cemiyeti, cemiyetin aynasında kendisini:
Doğmaz güneşlere bağlandı vade Dişlerinde köpek nefsin irade…
Ve mısralar hafızama sereserpe doluyor:
Aynalar bakmayın yüzüme dik dik/İşte yakalandık kelepçelendik.
Çıktınız umulmaz anda karşıma/Başımın tokmağı indi başıma.
Bir  hukuk dehasıydı. Mahkemelerin .hukukî inceliklere daha çok ehemmiyet  verdiği devirlerde yaptığı müdafaalar, demarşlar birer hukuk  şaheseridir. Giriştiği polemikler basın tarihimizde eşi benzeri olmayan  şiddeti ve esprisi ile eşsizdir. O buna «fikir öfkesi» diyordu.
Son birkaç senedir uzağındaydım ve onun «Ne azap, ne sitem bu yalnızlıktan/Suç benim aşılmaz duvar bendedir» mısralarının gölgesinde dinleniyor, bu duvarı aşmayı uygun görmüyordum. Amma, insanlar arasında ne kadar sıkı ve çözülmez kader bağları vardır. Onun dediği gibi «içice mimari içice benlik.»
Ve biliniz ki ölen onun «köpek nefsi»…  Her nefs gibi, ölecek olan nefsidir. Amma onun maveradan getirdiği melek  ruhu, şu anda maveraya iltihak, «Esselâm» isimli şaheseriyle ve  «Bastığın çölde bir kum tanesi olsaydım» diyerek bağlılığını belirttiği  Allah’ın sevgilisinin şefaatine iltica etmiş bulunuyor. Durun  kalabalıklar!. Ona ve her şeye rağmen bir tarafıyla onu bir ana rahmi  gibi taşıyan bu cemiyete umduğu şefaati ve saadeti bulması için dua  ediniz. Onda cemiyete, cemiyette ona…
Vefatı haberiyle bunu bir daha anladım.
Durun  kalabalıklar durun!.. Bu geçen Necip Fazıl’ın tabutudur. Bu cemiyette  çok amma çok rastlanan günahlarını bu cemiyette hiç amma hiç  rastlanmayan bir ıstırap asaletiyle. çile hummasıyia, tevbe ve pişmanlık  yangınıyla ödeyerek giden Ahmet Fazıl oğlu Mehmet Necib’in. tabutu.
Durun ve ayağa kalkın! Ona rahmet…
(Ergun Göze – Seçmeler)
 
																								 
																								 
																																		 
																																		 
																																		 
														 
														 
																																		 
																																		 
																																		 
														 
																																		
çok güzel bir yazı gerçekten yeri doldurulmaz bir şair,diyoruz ya herşeyimizi doldurdu birşey bırakmadı ki dolacak
allah rahmet etsin mekanı cennet olsun