27 MAYIS İHTİLÂLİ
Mahut  gece, otelimde, sabaha kadar uyuyamadım.. Sanki ruhum, Japon denizinde  zelzeleyi sezen bir balık nevinin renk değiştirmesi gibi. sabaha karşı  patlayacak olan baskını haber verici hâller içindeydi. Üstünde kırık bir  cam ve camın altında bir sinema artistinin resmi bulunan küçük masaya  geçip bir piyes mevzuu tasarlamaya başladım. İmkânı mı var? Ruhumun  üstünde kangal kangal sıkıntı… Evime telefon edip zevceme sordum:
– Yarın sana ne göndereyim?
– Ne gönderebilirsin?
– 1000 lira yeter mi?
-Az!…
– Peki, 2000 olsun…
-İyi!…
4000 lirayı cebimde farz ediyorum. Ayrıca mevcudum, yelek cebi malı olarak 575 kuruşluk madeni paradan ibaretti.
Yattım.  Biraz sonra boğulur gibi yataktan fırladım. Bu ne garip sıkıntı!…  Banyo, birkaç kaza namazı, tekrar İstanbul’a telefon, yine piyes  denemesi… Ferahlamanın ve uykuyu kolaylaştırıcı bir huzura ermenin  çaresi yok…
Saat 4…
Yine yatak… İçinde timsahların  kaynaştığı bir derecede hayalim, bir kütüğe binmiş, akıntı boyunca  kaçmaya çalışırken birdenbire bir gürültü… Yarı uykulu, yarı uyanık,  bu gürültüyü, otelin arkasındaki bahçecikte yığılı odunların  yıkılmasından geliyor sandım. Henüz “Ne oluyor?” diye düşünmeye vakit  kalmadan odamın kapısı yumruklanmaya başlandı:
– Necip Fazıl Bey, kalkın!
– Ne var kuzum, ne oluyor?
– Bütün otel aşağıda, radyo başında… İhtilâl var!.,. Oteldekiler sizi çağırıyor! Yorumunuzu bekliyorlar!
Yarı giyinik aşağıya koşuyorum. Radyodan tok ve kalın bir ses geliyor:
– Güvendiğiniz Silâhlı Kuvvetler Radyo’ya el koydu!
Ve malûm nakarat:
– Hareket, hiçbir sınıfa, hiçbir zümreye, hiçbir grupa karşı değildir!
Ve dışarıya karşı emniyet tedbiri:
– (NATO) ya, (CENTO)ya, bütün anlaşmalarımıza sâdıkız.
İlk  ağızda bu işi Adnan Menderes’in bir tertibi ve “Hükümet içinde hükümet”  numarası sandım. Fakat bu hayalim birkaç dakikadan fazla sürmedi.  Telefonla aradığım Menderes’in akrabasından, İzmir Mebusu Sadık Giz  şöyle dedi:
– Aynı ihtimali Konya Mebusu Bibioğlu da bana telefonla  bildirdi. Sanmıyorum! Hepimizi topluyorlar. Bana da gelmelerini  bekliyorum.
Telefonda Tevfîk İleri’nin zevcesi, örneklik Müslüman – Türk hanımefendisi Vasfiye hanım:
– Tevfik’i götürdüler! Hayırlısı olsun. Necip Fazıl bey, her işte bir hayır aramalı… Memlekete hayırlı olur inşallah…
Hanımefendinin sesinde öyle bir dehşet tonu var ki, âdeta bir deli neşesiyle, sevinçli üslûp içinde konuşuyor…
Gerisi  malûm… İhtilâl dedikleri gece hareketinin çepçevre anlatılacağı ve  bir kıymet hükmüne bağlanacağı eser benim zindan çilelerime mahsus bu  kitap olmadığı için alâkalı bazı noktalarına dokunup tafsilâta  girişmiyorum.
Bir yazımda belirttiğim gibi, “Yoğurttan bir hükümete  mukavvadan bir hançer saplanmış” ve daha ilk günlerde bu hançeri tutan  ellerin hiçbir fikir sahibi olmadıkları meydana çıkmıştır.
İhtilâl’i  ve ona ezelî itaatinden Ötürü körü körüne âlet edilen Mehmetçiğin bu  haletini belirtmek için gayet hususî bir levha göstereyim;
Bir  aralık otelden çıkarak Ulus meydanı tarafındaki ana caddeye bir göz  atayım dedim. Önümden Tevfik İleri’nin makam arabası geçmez mi? İçinde  bir takım genç subaylar ve kucakta bir kadın… Kadının iskarpinleri,  otomobilin açık camından dışarıya sarkmış… Şoför yerindekiler de,  caddedeki nöbetçi erlere, parmaklarının hususî bir hareketiyle ihtilâlin  zafer işaretini veriyor. O sırada beni görüp “Yasak!” diye haykıran bir  er, kendisine ettiğim son derece tatlı mukabele üzerine âdeta silâhını  yere atmak istercesine ruhî bir isyan edasiyle içini döktü:
– Nedir  bu hal, ağabey? Bizi toplayıp, toparlayıp bu işe sürdüler ama, bakalım  Allah razı mı bu işten? Hayra mı sürüyorlar bizi?..
Ve başladı hüngür  hüngür ağlamaya… İleriden bir takım askerlerin geldiğini gören ben,  hiçbir cevap vermeden, gözlerim yaş içinde, otele kapağı attım.
Akşam  saat 5 sıralarında sokağa çıkma izni… Bankalar caddesinin asfaltı,  kar üstünden arabalar geçmiş gibi, tank paletlerinin izleriyle oyulu…
”  Ne olur ne olmaz!” hesabiyle, başıma bir kasket, gözlerime siyah camlı  bir gözlük oturtup, bir de bıyıklarımı traş edip istasyon yolunu tuttum.  Cebimde sadece 575 kuruşluk madenî para, ayrıca birinci mevki aylık  basın bileti, ilk kalkan trene atladım.
Ertesi sabah, Feneryolu’nda oturduğum köşkü bir cenaze evi halinde buldum. Sanki Adnan Bey bizim evden alınıp götürülmüştü. Zevcem, çocuklarından biri trafik kazasına uğramış gibi bir hal içinde…
Radyoda ihtilâlin ilk belirtilerinden biri:
– Büyük Doğu kapatılmıştır.
Halbuki Büyük Doğu zaten kapalıydı, çıkmıyordu. Bu bildiri “Ölü tekrar öldürülmüştür!” demeye benziyordu.
Kapı çalındı: Elinde bir bavul, Bolu Mebusu Reşat Akşemsettinoğlu:
– Sana geldim! Evinde saklanmaya geldim!
–  Ayol Reşat, dedim; beni yakalamaları saat meselesi… O zaman bütün evi  arayıp tarayacaklarına göre seni de bulacaklar ve üstelik baş gericinin  evinde ele geçmiş olmakla suçlandıracaklar… Sana başka yerde de  saklanmanı tavsiye etmem! Git. teslim ol ve akıbetine katlan!
Reşat  gittikten iki saat sonra kapımda polis ve asker dolu üç jip… Zevcemin  kürk astarına kadar jiletle söküp her tarafı aradılar, kitaplarımı  delik-deşik ettiler ve içlerinde, tehlikeli mevzu olarak bula bula,  General (Liman Von Sandres)in “Silâhlı Millet” isimli kitabını enseleyip  beni jipe attılar ve götürdüler.
Arkamdan zevcem bağırıyor:
– Her şeyi Allaha havale et ve hiçbir şey düşünme!
(Cinnet Mustatili’nden)
